Card image cap
Sevda savaşinda ‘şemşi̇r’ olmak

 

(Âşık Feymani’nin “Sevdiğim” İsimli Şiirine Dair…)

***

Halk edebiyatımızın yaşayan efsanesi Âşık Feymani, Sevdiğim” isimli şiirini, çırağı değerli şair ve güzel dost Turgut Yörükoğlu aracılığıyla göndermiş, tahlil etsin, demiş. Bu benim için şereftir. Yalnız, ‘tahlil’ kavramı beni epey aşar. İyisi mi şiiri okuyayım, ne anladıysam ona göre aklıma geleni yazayım, diye düşündüm.

Ancak, gönderdiği kâğıdın arkasına kendi el yazısıyla, “Dinliyorsa konuşun, konuşuyorsa dinleyin!” notunu eklemiş. Her ne kadar Turgut hoca, “Bana yazdı” dediyse de kâğıt bana gönderildiğine göre asıl mesaj banadır diye düşündüm ve bu düşüncemi dile de getirdim.

Sonradan fark ettim ki, “Siz” zamirine işaret eden “Konuşun” fiilini kullanmış. Demek, ikimize de yazmış, diyelim de olay tatlıya bağlansın.

Evet, şimdi gel de işin içinden çık. Kâğıdı katlayıp cebime koydum. Birkaç gün boyunca çıkarıp çıkarıp arkasındaki el yazısı notu okudum.

Toplum olarak, yitirdiğimiz nice büyük değerlerimizden biri de ‘dinlemek.’ Kimse kimseyi dinlemiyor artık. Eskiden her türlü derdimizi birbirimizle paylaşırdık. Herkes bir diğerinin psikoloğu idi. Şimdi nerde… Kimse kimseyi dinlemediği için psikolojik hastalıklar aldı yürüdü. Biri bizi dinlesin diye para vermek zorunda kalıyoruz artık.  

Gelelim şiire. Önce eşim, sonra da bazı arkadaşlarım ile paylaştım. Beraber okuduk. Hemencecik oturup yazmak istemedim. Çünkü kendine has bir derinliği olmasının yanında çok yoğun telmihler içeriyor. Bu telmihlerin her birini bilmeden, o tarihi olay veya şahsiyet hakkında az çok bir fikir sahibi olmadan, şiiri anlamak da değerlendirmek de mümkün değil.

Derken, Yedi Mart Kadirli’nin Düşman İşgalinden Kurtuluşunun yüzüncü yıl dönümünde düzenlenen kitap fuarında iki gün botunca beraberdik usta ozan Feymani ile. Şiiri ne yaptın, diye sordu. Ben de, daha okuyorum, anlamaya çalışıyorum, dedim. Merakla beklediğini söyledi.

Şimdi tüm dünyayı ve ülkemizi deriden etkileyen virüs sebebiyle evde oturuyorken, şiiri okumanın ve anlamanın tam zamanı diye düşündüm. Anladığım kadarını da siz değerli şiir severler ile paylaşayım:

***

“Sevdiğim” isimli/redifli şiir, on bir kıtadan oluşuyor. Âşık edebiyatının en çok kullanılan nazım şekillerinden ‘Koşma’nın, konu bakımından türlerinden olan “Güzelleme” tınısıyla yazılmış bir “İlahi”.

Neden doğrudan ilahi demediğimi sorarsanız, cevabı şairin hayatında gizli. Karacaoğlan, Dadaloğlu, Âşık Ferrahi gibi ve pek çok halk ozanının yetiştiği, bozlak ve barak havaları ile varsağı ve koşmaların diyarında yetişen Feymani “âşıklığa ne zaman başladınız” sorusuna kendisi ile yapılan bir röportajda şu cevabı vermiştir. “Çok küçüktüm. Karacaoğlan türkülerini söylerdim. Öyle büyüdüm. Yörede bu gelenek zaten çok yaygındı. Hikâye anlatılırdı, türküler söylenirdi. Ben öyle büyüdüm. Karacaoğlan şiirleri söylenirdi hep. Babadan dededen duyar öğrenirdi herkes. Yazılı bir şey yoktu, kulaktan kulağa geçerdi. Karacaoğlan’ın bütün şiirlerini ezberleyen âşık olur derlerdi. Karacaoğlan’ın 500 şiirinin 300 tanesini rahat ezbere okuyordum.” [Kaynak: Osmaniye İl Kültür Müdürlüğü]

Bu sözlerden de anlaşılacağı üzere; Feymani, Karacaoğlan geleneği ile yetiştiği için ilahi söylese bile koşma tınısıyla söyler.

Âşık Feymani’nin, pek çok halk ozanından farklı olarak derin bir tasavvufi bilgisi vardır. Daha önce “Sor Bize” isimli devriyesini yorumlamış ve kendisini “Köyde Yaşayan Mutasavvıf Bir Bilge Şair” olarak tanımlamıştım. Kendisiyle ilgili epey kaynak taradım. Muhtemelen bu tabiri ilk kullanan kişiyim.

“Sevdiğim” isimli şiir, telmihlerle örülü bir ilahi. İlk kıtada, gelenekte olduğu gibi çapraz (üçüncü dize serbest), diğer kıtalarda düz kafiye örgüsü kullanılmış.

Başlık ile birlikte yüz doksan beş kelimeden oluşuyor. On bir kıtadan oluştuğu gibi, on birli hece ölçüsüyle yazılmış. 6+5 ve 4+4+3 durakları birlikte kullanılmış. On birli şiirlerde bu iki durak birlikte kullanılabilir ama sadece birinin kullanılması daha ahenkli oluyor kanaatimce. Yalnız usta ozan burada tek durak kullanmanın güzelliğinin de ötesine geçerek sadece ayak dizelerinde 4+4+3 durağını; diğer yerlerde ise 6+5 durağını kullanmış. Şiire apayrı bir müzikalite katmış bu özellik.

Ayak dizeleri dışındaki her kıtada farklı rediflerle birlikte ekseriyetle zengin kafiye kullanılmış.

Şiiri yazının sonuna ekleyeceğim için şekil unsurlarını meraklısı inceleyebilir, diye düşünüyorum. Bu şiirin asıl üzerinde durulması gereken kısmı manasıdır kanaatimce.

İlk kıtadan başlayacak olursak:

Ben Mecnun misali ıssız sahrada
Sen çöldeki bir vahasın sevdiğim
Ben biçare âşık sen Şah-ı Huban
Sen cömertsin, Semiha’sın sevdiğim

Şiir, mecazi aşktan ilahi aşka ulaşmanın en büyük sembollerinden “Mecnun” telmihi ile başlıyor. Bir anlamda bu, şiirin tahlili için önemli bir işaret de veriyor. Nitekim şiir “sidret’ül münteha” ile bitiyor.

Mecnun misali dünya çölünde, içindeki aynaya karşılık gelen aşkı arayan insan, samimiyet derecesine göre en üst mertebeye varıyor. Sidret’ül Münteha’ya…

Issız sahrada, kavrulan biçare âşık için sevgili ancak bir vaha olabilir. Hele ki maşuk Semiha ise, cömert ise…

Ben deli divane sevdaya duçar
Ahımı taş duysa semaya uçar
Gülünce yüzünde goncalar açar
Sen Cemal-i Mehlika’sın sevdiğim

Şair ilk kıtada, Şah-ı Huban dediği sevgiliye halini, perişaniyetini arz etmektedir bir anlamda. İkinci kıtada bu halini tercüme etmektedir. Sevdaya kapılmış bir divane olduğunu ve “âh”ına taşın bile dayanamayacağını ifade ediyor. Yalnız burada dikkat çeken bir husus var. Dilimizde var olan ve bu tür durumlarda kullanılan “taşın çatlaması” deyimi yerine semaya uçan taş kavramı kullanılmış. Taşın, şairin feryadı karşısında kaçması ve kaçma yönünün sema olması şiirin bütünü içerinde anlam kazanabilir ancak.

Sana inanmışım elhamdülillah
Uğrunda bu canım selsebilullah
Suretin mushaftır, kaşın bismillah
Sen Yasin’sin Sen Taha’sın sevdiğim

 Halini arz ettikten sonra, üçüncü kıtada imanını ikrar etmiş şair. Yalnız burada ve bütün şiirde somutlaştırmalar yapılarak konu, insan aklının anlayabileceği düzleme çekilmek istenmiştir sanki. Ancak bunlar sadece benzetmedir. Asıl mahiyet ise akılla anlaşılacak gibi değildir.

Nitekim üçüncü kıtanın ayak dizesi, Kur’an-ı Kerimde geçen müteşabbih ayetlerden, kavramlardan seçilerek bu mesaj verilmek istenmiştir.

Huzur-u Vahdette sen nazgâhımsın
Makam-ı hayrette niyazgâhımsın
Daimi salatta namazgâhımsın
Sen Sure-i Fatiha’sın Sevdiğim

 Kıtalar arasında ilerledikçe adeta kâinatın renkleri ve insanlık tarihi dile gelmektedir. Fatiha süresi, Âdemoğlunun rabbi ile olan ilişkisinde, en içten ve mucizevi bir söylevidir. “Huzur-u Vahdette sen nazgâhımsın” dizesi ile başlayan dördüncü kıtada, bütün şiirde varlığı yoğun bir şekilde hissedilen “vahdet-i vücud” görüşü aşikâr edilmektedir. Nitekim onuncu kıtadaki, “Bu cümle kâinat bir unsurundur” dizesi bu aşikârlığı teyit etmektedir.

Acluni’nin, Keşfü’l-Hafa isimli eserinde geçen ve hadisi kutsi olduğu ifade edilen, “Ben gizli bir hazine idim; bilinmek istedim, mahlûkatı yarattım.” İlahi beyanına bir işaret de vardır burada: “Makam-ı hayrette niyazgâhımsın” dizesi bu ilahi mesaja verilmiş bir kul cevabı gibi durmaktadır. Allah’ın nazlı bir kul olarak yarattığı insan, başka kime nazlanabilir ki… Bu anlamda, “Ben cinleri ve insanları yalnız beni tanıyıp kulluk etsinler diye yarattım.”(Zariyat, 51/56) ayeti kerimesi ve Fatiha Suresi ile birlikte düşününce, dördüncü kıtanın manası da zihnimde böyle bir yer edinmiş oluyor.

Âdem-i âlemle tasvirin eyle
Sevda savaşında Şemşir’in eyle
Gelmişim kapında Kıtmir’in eyle
Sen Debernuş, Yemliha’sın sevdiğim

Bütün kâinat, âlemlerin rabbinin bir unsuru ise o unsurun bir parçası olan insanın rabbine olan kavuşma isteği de şiddetli olur. Allah’ın yeryüzündeki halifesi olan insan, onun kudretinin tasviridir aslında. Tasvir, bir sevda mücadelesidir. Şair bu mücadelede; Orta Asya kökenli, kavisli bir kılıç olan “Şemşir”; İmparator II. Theodosios’un saltanatına ve zulmüne başkaldırının sembolü olan Ashabı Kehf ve onlarfın sadık köpeği “Kıtmir” istiarelerini kullanarak amacına ulaşmayı hedeflemektedir. Bu vesileyle “Sen Debernuş, Yemliha’sın sevdiğim” ayak dizesi beşinci kıtada oldukça manidardır. Mademki beni tasvirin eyledin, Kıtmir’in Ashabı Kehf’e sadakati gibi benim de sana sadakatimi arz ederim, manasına ulaştım âcizane.

Birinci kıtada, her anlamda, bir tırmanış ve yakarış ile başlayan şiir; altıncı kıtadan itibaren Allah’ın nimetlerini saymaya ve tasdik etmeye başlıyor. Şiirin bundan sonraki kısmını anlamak isteyenler Rahman süresinin mealini okumalıdır diye düşünüyorum. “O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?” ayetinin sık sık tekrar edildiği surede Allah’ın birliğini, kudretini ve nimetlerini gösteren kâinat delilleri anlatılmakta ve insanlara yukarıdaki soru tekrar takrar sorulmaktadır.

İşte altıncı kıtada başlayan anlatım adeta kulun, rabbinin sualine cevabı şeklindedir:

Senin sevgin ile erdim emele
Nur’un vahit ahirinden evvele
İsm-i alin doksan dokuz besmele
Sen Esma’sın sen Hüsna’sın sevdiğim

Burada insanlığın inanç sistemlerine de işaret var diye düşünüyorum. Herkes farklı bir şeye inanıyor gibi görünse de aslında hepsi aynı yaratıcıyı kastediyor. Tıpkı Üstat Sezai Karakoç’un dediği gibi:

Bütün şiirlerde söylediğim sensin
Suna dedimse sen Leyla dedimse sensin

Yalnız, yedinci kıtada aklıma ister istemez divan edebiyatımızın şahı Fuzuli’nin şu dizeleri geldi:

Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı

Cennetten dünyaya sürgün edilen insanın serüveni, acılarla doludur. Şuara suresi 30. Ayette ifade edildiği üzere, “Size isabet eden sıkıntı ve musibetler kendi elinizle yaptığınız (yanlış işler) yüzündendir.”

Yedinci kıtaya bakacak olursak:

Sendin bad-ı saba, seherde meltem
Sensin Eyyub’daki yareye melhem
Fatıma’tü Zehra, Asiye, Meryem
Sen İsa’yı Mesiha’sın sevdiğim         

Bütün bu sıkıntılara, sürgünlere, zorluklara göğüs geren kul için Allah’ın affı ve lütfu; sabahleyin gün doğusundan esen hafif ve yumuşak bir rüzgâr olan bâd-ı sabah gibidir. İşlediği günahlardan ruhu, tıpkı Eyüp peygamberin bedeni gibi paramparça olan insanın yarasına en şifalı merhem gibidir.

Yedinci kıtanın dikkat çeken bir unsuru da Allah’ın “yuhyi” yani hayat veren sıfatına işarettir. Bunu da Peygamberin soyuna hayat veren Fatıma’tü Zehra, Firavun’un Hz Musa’yı daha bebek iken öldürmesine mani olan Asiye, doğrudan kudreti ilahi ile Hz İsa’nın dünyaya gelmesine vesile olan Hz.Meryem ve İsa Mesih istiareleri ile ve muhteşem bir tenasüp sanatı eşliğinde rahatlıkla görebilmekteyiz.

Dillerin zemzemdir, Dudağın Kevser
Âdem ile Havva aşk-ı muteber
Sensin Safa, Merve; İsmail, Hacer
Sen Yusuf’u Züleyha’sın Sevdiğim

Aynı tenasüp ve güzelleme sekizinci kıtada da devam etmektedir. “Dillerin zemzemdir, Dudağın Kevser” dizesi ile başlayan kıtada kitaplara sığmayacak derinlikte manalar sembolize edilmiş. Züleyha’nın Hz. Yusuf’a olan aşkı, Hacer’in oğlu İsmail’e olan sevgisi ile ve ona hayat verecek suyu bulması için Safa-Merve arasında canhıraş koşması, Âdem ile Havva’nın birbirilerine ve cennete kavuşma arzuları hep bir potada eritilmiş ve dünyada zemzem ahirette Kevser ile sakinleştirilmeye çalışılmıştır adeta…

İslâmî kaynaklarda Âsaf b. Berahyâ (Şairin ifadesiyle, Ashab bin Belhiya) Hz. Süleyman’ın teyzesinin oğlu, çok güvendiği bir kişi, hatta Hz. Süleyman’ın kâtibi ve veziri olarak gösterilmekte, ism-i a‘zamı bildiği, duasının kabul edildiği, keramet sahibi olduğu nakledilmektedir. Tarihçiler ve müfessirler onun adını Hz. Süleyman’la ilgili bir vak‘ayı izah ederken zikrederler ki bu vak‘a Kur’ân-ı Kerîm’de şu şekilde nakledilmektedir:

Hz. Süleyman Sebeliler’in teslim olmalarını istedi ve çevresindekilere, “Ey ulular, dedi; bana teslim olarak gelmelerinden önce hanginiz onun (Sebe Melikesinin) tahtını bana getirir? Cinlerden bir ifrit, ‘Sen yerinden kalkmadan önce ben onu sana getiririm’ dedi. ‘Bunu yapmaya gücüm yeter ve ben güvenilir bir kimseyim’. Kendisinde kitaptan ilim bulunan zat ise, ‘Sen gözünü açıp kapayıncaya kadar ben onu sana getirebilirim’ dedi” (Neml 38-40). Sebe melikesinin tahtını göz açıp kapayıncaya kadar geçecek bir sürede getireceğini söyleyen zatın kim olduğu hususunda çeşitli rivayetler vardır. Müfessirler çoğunlukla bunun Âsaf b. Berahyâ olduğunu söylemektedirler. Tarihçiler de aynı görüşü paylaşırlar. (Kaynak: İslam Ansiklopedisi)

İşte şair bu hakikati dokuzuncu kıtaca şu veciz ifadelerle dile getirmiştir:

Belkıs’ın köşkünü Mülk-ü Yemen’den
Göz yumup açınca alıp getiren
Cin kavminin ifritleri pes eden
Sen Ashab bin Belhiya’sın sevdiğim

Onuncu kıtada şair, divan şiirinde kullanılan bir tekniği kullanmış. Gözlerin “nun” olarak tasvir edilmesi aynı zamanda kinayelidir diye düşünüyorum. Bunu da esra kelimesine bağlıyorum. Esra, Arapça kökenli bir isimdir. Türk Dil Kurumunun Kişi Adları Sözlüğü’nde anlamı; en çabuk, pek çabuk olarak geçmektedir. Kuran’ı Kerimde; esirler ve gece yürüyüşü olarak da geçmektedir. Farsçada da çöl çiçeği demektir. Esra kelimesi şiir bağlamında düşünüldüğünde ise Arap alfabesindeki “esre” kavramına da uymaktadır. Yani bir anlamda kaşlar, şekil itibariyle esre işaretine benzetilmiştir.  “Nun” harfinin şeklini düşündüğümüzde, leğenin içine oturmuş bir nokta olduğunu görürüz. Üzerine esre işaretini getirin…

Kirpiklerin Esra, Gözlerin Nun’dur
Musa’daki yed-i beyza nurundur
Bu cümle kâinat bir unsurundur
Sen âlemde bir dehasın sevdiğim

Esra’yı tamamlayan “nun” bir önceki kıtada tahta oturmuş Belkıs mıdır bilinmez ama Yed-i Beyza, hakikatleri ortaya çıkaran bir ışıktır. Kur’an’a göre Hz. Mûsâ, Firavun’un yanına giderek Allah’ın elçisi olduğunu ve İsrâiloğulları’nı serbest bırakmasını istediğini söyler. Firavun ondan Allah’ın elçisi olduğuna dair bir işaret ve alâmet getirdiyse onu göstermesini ister. Bunun üzerine Mûsâ asâsını yere bırakır ve asâ yılana dönüşür; daha sonra da elini yukarı kaldırır ve bir de bakarlar ki eli bembeyaz, ışıl ışıldır (A‘râf 104-108)

Hz. Musa’nın bu hareketi aynı zamanda hakikatin tezahürü olduğundan, Firavun ’un meşhur büyücülerinin iman etmesine vesile olmuştur.

Bu kıtada şair aynı zamanda süregelen tarif ve tasvirlerden sonra artık hakikatin ortaya çıktığını ve cümle kâinatın onun bir unsuru olduğunu dile getirmektedir. “Sen âlemde bir dehasın sevdiğim” finali bütün bunlardan sonra son derece anlamlı olmaktadır.

Son kıtaya geldiğimizde şair artık durulmuştur. On kıta boyunca asırdan asıra, manadan manaya koşan şair; “Ben payine turab” noktasına varmıştır.

Gör FEYMANİ nalan vakti seherde
Hasretlik vuslata olmasın perde
Ben payine turab bas yüzün yerde
Sen Sidret-ül Münteha’sın sevdiğim

 İlk kıtada çöle düşen mecnun, son kıtada türab/toprak olarak durulmuştur. Can artık cananı bulmuştur.

Şiirin on birli hece ölçüsü ile yazılması, on bir kıtadan müteşekkil olması da konusuyla örtüşmektedir. Bir tür münacaat/ilahi olan bu şiir, Allah’ın varlığını ve birliği de terennüm ettiğine göre tekli bir sayı ile sembolize edilmesi de manidardır. Bu tarz yine divan şiirinde de vardır. Mesela gazeller beş, yedi, dokuz gibi tekli sayılarda beyitlerle yazılmışlardır.

Şiir ve şair üzerine söylenecek o kadar şey var ki… Düşündüklerimin özetinin özetini sizlerle paylaştım. Yeterince doğru ifade ettiğim konusunda da emin değilim üstelik. Şiirin manası, şairin karnındadır, demişler. Şüphesiz herkesin kendince çıkaracağı bir anlam vardır.

Âşık Feymani hakkında internette pek çok bilgiye ulaşabilirsiniz. Bu konuda benim de bir yazım var. Merak eden bakabilir. ( http://izzetirmak.com/biyografi/koyde-yasayan-musatavvif-bilge-bir-ozan-asik-feymani.html ) Ara ara öğrencilerim ve şiire meraklı bazı dostlara, Feymani ile görüştüğümü söylediğimde şaşırıp kalıyorlar. “Aman hocam, Feymani eski yüzyıllarda yaşamadı mı?” diye hayretini ifade edenler bile oluyor.

Bilelim ki Feymani, Osmaniye ili, Kadirli ilçesi, Azaplı köyünde yaşıyor. Asıl adı Osman Taşkaya’dır. Yaşarken kendisi adına şenlik düzenlenen ilk ve tek kişidir diye biliyorum. Her yıl Âşık Feymani Şenlikleri düzenlenir Kültür Bakanlığı ve yerel yönetimler desteği ile.

Ayrıca TRT Türkü dinlerken dikkat edin, arada bir Feymani’ye ait türkülere denk gelebilirsiniz. Ayrıca lise kitaplarında, üniversitelerdeki akademik çalışmalarda da karşınıza çıkabilir.

Sadece sizden ricamız, bu yazıyı okuyup, kendisini ziyaret etme isteği oluşan olursa, yapmasın. Malum korona virüsü… Bu vesileyle de #evdekaltürkiye diyerek bitirmiş olalım.

***

Şiirin Tam Metni:

SEVDİĞİM

Ben Mecnun misali ıssız sahrada
Sen çöldeki bir vahasın sevdiğim
Ben biçare âşık sen Şah-ı Huban
Sen cömertsin, Semiha’sın sevdiğim

Ben deli divane sevdaya duçar
Ahımı taş duysa semaya uçar
Gülünce yüzünde goncalar açar
Sen Cemal-i Mehlika’sın sevdiğim

Sana inanmışım elhamdülillah
Uğrunda bu canım selsebilullah
Suretin mushaftır, kaşın bismillah
Sen Yasin’sin Sen Taha’sın sevdiğim

Huzur-u Vahdette sen nazgâhımsın
Makam-ı hayrette niyazgâhımsın
Daimi salatta namazgâhımsın
Sen Sure-i Fatiha’sın Sevdiğim

Âdem-i âlemle tasvirin eyle
Sevda savaşında Şemşir’in eyle
Gelmişim kapında Kıtmir’in eyle
Sen Debernuş, Yemliha’sın sevdiğim

Senin sevgin ile erdim emele
Nur’un vahit ahirinden evvele
İsm-i alin doksan dokuz besmele
Sen Esma’sın sen Hüsna’sın sevdiğim

Sendin bad-ı saba, seherde meltem
Sensin Eyyub’daki yareye melhem
Fatıma’tü Zehra, Asiye, Meryem
Sen İsa’yı Mesiha’sın sevdiğim

Dillerin zemzemdir, Dudağın Kevser
Âdem ile Havva aşk-ı muteber
Sensin Safa, Merve; İsmail, Hacer
Sen Yusuf’u Züleyha’sın Sevdiğim

Belkıs’ın köşkünü Mülk-ü Yemen’den
Göz yumup açınca alıp getiren
Cin kavminin ifritleri pes eden
Sen Ashab bin Belhiya’sın sevdiğim

Kirpiklerin Esra, Gözlerin Nun’dur
Musa’daki yed-i beyza nurundur
Bu cümle kâinat bir unsurundur
Sen âlemde bir dehasın sevdiğim

Gör FEYMANİ nalan vakti seherde
Hasretlik vuslata olmasın perde
Ben payine turab bas yüzün yerde
Sen Sidret-ül Münteha’sın sevdiğim

Âşık Feymani