Eserin
adı ve müellifine nisbeti konusunda herhangi bir tereddüt yoktur.
Mâtürîdî’den söz eden bütün biyografi kitapları
kendisine Kitâbü’t-Tevḥîd’i
izâfe ettiği gibi, babası ve dedesi yoluyla müellifin öğrencisi
durumunda bulunan Ebü’l-Yüsr el-Pezdevî ve Kitâbü’t-Tevḥîd’i
en iyi şekilde anlayıp şerheden nitelikte bir eser kaleme alan
Ebü’l-Muîn en-Nesefî de kitabı aynı isimle Mâtürîdî’ye
nisbet etmiştir (Uṣûlü’d-dîn,
s. 3; Tebṣıratü’l-edille,
I, 359).
Bekir TOPALOĞLU-DİA)
Kitâbü’t-Tevḥîd.
Mâtürîdî’nin tam olarak basılmış tek eseri olup kelâm
ilminin temel konularını ele almaktadır. Fethullah Huleyf
tarafından yapılan ve birçok yanlış ihtiva eden ilk neşrinden
sonra (Beyrut 1970, 1982; İstanbul 1979; İskenderiye, ts.) Bekir
Topaloğlu ve Muhammed Aruçi eseri yeniden yayımlamış (Ankara
2003), ayrıca Bekir Topaloğlu kitabı Türkçe’ye çevirmiştir
(Ankara 2002).
Hayatı
hakkında kaynaklarda çok az bilgiye rastlanan Mâtürîdî,
Abbâsîler’in merkezî otoritelerinin oldukça zayıfladığı bir
dönemde siyasî bakımdan hilâfete bağlı müstakil beyliklerden
Sâmânoğulları’nın Mâverâünnehir’e hâkim oldukları
devirde yaşamıştır. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle
birlikte hocası Rey Kadısı Muhammed b. Mukātil er-Râzî’nin
248 (862) yılında vefat ettiğine dair bilgiden hareketle III.
(IX.) yüzyılın ilk yarısının ortalarında dünyaya geldiği ve
ömrünün bir asra yakın olduğu tahmin edilmektedir. Nitekim
Ebü’l-Yüsr el-Pezdevî, Mâtürîdî’nin Eş‘arî’den (d.
260/874) önce zuhur ettiğini kaydetmektedir (Uṣûlü’d-dîn,
s. 70). Kureşî’nin, 268’de (881) vefat eden Semerkant Kadısı
Muhammed b. Eslem el-Ezdî’nin akranı olduğunu belirtmiş
olmasını ihtiyatla karşılamak gerekir (el-Cevâhirü’l-muḍıyye,
III, 92; krş. Nesefî, Tebṣıratü’l-edille,
I, 358)
Mâtürîdî
Hanefî mezhebinin dördüncü, hatta üçüncü kuşak
âlimlerindendir. Ebû Hanîfe’nin öğrencilerinden Muhammed
eş-Şeybânî’nin öğrencisi Ebû Süleyman el-Cûzcânî’nin
talebesi Ebû Bekir Ahmed b. İshak el-Cûzcânî, Nusayr b. Yahyâ
el-Belhî ve Nîşâbur Kadısı Ebû Bekir Muhammed b. Ahmed b. Recâ
el-Cûzcânî gibi hocalardan ilim tahsil etmişse de öğrenimini,
henüz yirmi yaşlarında iken hocası Ebû Bekir Ahmed el-Cûzcânî
ile birlikte ulemâ reisliğini deruhte eden ve Dârü’l-Cûzcâniyye’de
ders veren Ebû Nasr el-İyâzî’den tamamlamıştır. Eğitim
hayatı, seyahatleri ve hacca gidip gitmediği, resmî bir görev
alıp almadığı gibi hususlar bilinmemektedir. Ancak zalim olduğu
kesinlik derecesinde sübut bulan zamanının sultanına âdil diyen
ve dolayısıyla zulmü adaletle vasıflandıran kimsenin küfre
girdiği yolunda kanaat belirtmesi (Burhâneddin el-Buhârî, V,
577), Ebü’l-Kāsım el-Kâ‘bî’yi zalim devlet adamlarıyla
ilişki içinde olduğu için kınaması (Kitâbü’t-Tevhîd
Tercümesi,
s. 452) devrin siyaset ve devlet adamlarıyla münasebetlerinin iyi
olmadığını göstermektedir. Kendisinden Ebû Ahmed el-İyâzî,
Ebü’l-Hasan Ali b. Saîd er-Rüstüfağnî ve Ebû Muhammed
Abdülkerîm b. Mûsâ el-Pezdevî gibi âlimlerin fıkıh ve kelâm
tahsil ettikleri bilinmektedir. Geç dönem kaynaklarında yer alan,
Hakîm es-Semerkandî’nin Mâtürîdî’nin öğrencisi olduğu
iddiası ise doğrulanmamıştır.
DİA)
İMAM-I
EBU MANSUR MATURİDİ’NİN TEVHİD KİTABI
“Tevhid
Kitabı” sünnet ve cemaat ehlinin reisi, saygı değer büyük
imam Şeyh Ebu Mansur-i Maturidi tarafından yazılmıştır. Allah
kendisine gani gani rahmet eylesin.
Bu
Kitap on iki fasıldır.
Birinci
Fasıl:
Allah
bütün sıfatları ile başlangıcı olmayan Bir( vahid-i kadim)
dir. Sıfatları zatının aynı da değildir, gayrı da.... Allahtan
başka varlıklar, sıfatları ile beraber sonradan olma( hadis)
dırlar. Bunları Allah mendi dileğiyle sonradan var etmiş,
bildiğine göre de her birinin miktarını oranlamış(takdir
etmiştir) tır.
İkinci
Fasıl:
Allah
ortağı, dengi, benzeri,başlangıcı, sona ermesi, sınırı ve
sonu olmayan Birdir. Onun birliği gerçekten, hakiki manasıyla
birlik’tir. Allahtan başkasına Bir denilirse bile mecazi
manasıyla denilebilir,zira Allahtan başkası belirli, belirsiz
parçalara ayrılabilir, bu ise onlarda gerçek birlik olmadığını
gösterir.
Üçüncü
Fasıl:
Allah
ezeli( lem yezel=öncesiz) dir. Ezelde yalnız vardı, başka hiç
bir şey, ne mekan ne zaman ne duman, ne arş ne gök ne hava yoktu.
O nasıl ise öyledir, yine de olduğu gibi kalacaktır. Onun halleri
değişmez, çünkü halleri yaratan O’dur. Bulunduğu durumun
değişmesi vehmedilmeksizin O arş üzerine istiva etmiş( ilahi
tahtına oturmuş) tir, arşı da göklerin de üstündedir. Cenab-ı
Allah Kur’an-ı Kerim’de “Allah günahlardan sakınanlarla
beraberdir”(Nahl 128) ve “ Allah kötülüklerden sakınmış
olanlarla ve iyilik edenlerle beraberdir.” (Bakara 194 ve Ankebut
69) ve “Biz ona şah damarından daha yakınız”,(Kaf 16) ve “
Üç kişinin arasındaki sırda Allah onların dördüncüsüdür”
(Mücadele 7) ve “ Mahzun olma Allah bizimle beraberdir.”( Tevbe
40) buyurmuştur, bunların hepsi Allahın olduğu durumda değişmesi
vehmedilmeksizin ve ancak akla doğru gelecek şekilde, halktan
ayrıldığı veya onlara ulaştığı, halktan çıktığı veya
onlara girdiği ve buna benzer manalarla vasıflandırılmaksızın
öyledir, manasınadır; bunu böyle böyle anlamalı.
Dördüncü
Fasıl:
Allah
taala zihinlerde tasavvur olunamaz, bilimler ve anlayışlar O’nu
kavrayamaz. O cisim, cevher ve araz diye adlandırılamaz. Sonu
sınırı yoktur ki akıl onu kavrayabilsin. Cisimlerin sıfatları
ile ve arazlarla vasıflandırılamaz. Her ne zaman zihnine öyle bir
tasavvur gelecek olursa bilmelisin ki Allah yaratıcıdır. O’nun
zatı, yaratıkların zatına asla benzemez, zira O başlangıcı
olmayan bir varlıktır. Böyle noksanlardan ve kendisini ihtiyaç ve
za’ıflandırmaktan çok yüksektir.
Beşinci
Fasıl:
Allah
taala hazretleri, ilim( bilgi), kudret(güçlülük), hikmet( her
şeyi yerli yerine yapmak), rahmet(yalıgamak), cûd (cömertlik),
irade( isteme), meşiyet( dileme), tekvin(iş görme), azamet(
büyüklük),celâl(yücelik) ve bunlar gibi bütün sıfatlariyle
teşbihe ve ta’tile gitmeksizin, hakiki surette ezelde
vasıflanmıştır. İş görme sıfatı, yapılan işten
(tekvin-mükevvenden) başkadır. Zira Tekvin Allah’ın sıfatıdır,
yapılan yapılan sonradan olmadır.
Altıncı
Fasıl:
Allah’a,
var olma (şeyiyyet) sabit kılma ve sabit olma manasıyla şey
denir; zira şey değildir demek, yok demektir. Bunun gibi zattır,
nefistir de denir. Fakat cisimdir denemez. Zira cisim var olana has
değildir. Çünkü cisim değildir demek, yok demek değildir.
Yedinci
Fasıl:
Allah
taalâ, ancak kitap ve sünnette ve Müslümanların sözlerinde
kullanılan isimleri ve sıfatları ile adlandırılır. Allah’a
sabırlı( sabur) sıfatı verilir mi, verilmez mi? Ulema buna
ihtilaf ettiler, şu halde bu sıfatla Allah’ı vasıflandırmaktan
sakınmak en sâlim yoldur. Allah’a utanma sıfatı vermekten de
ihtilaf ettiler, bundan da sakınmak iyidir, ancak Allah’ı bu
sıfatla vasıflandıran günahkâr olmaz olmaz çünkü eserlerde ve
Müslümanlar arasında bu sıfat kullanılmıştır. Allah’a dua
ederken” ey zarar verici, ey fayda verici” denilmesini bir
çokları caiz görmüştür. Amma söz arasında olmadığı zaman,
yalnızca Allah’a” zarar verici” demeyi caiz görmemişlerdir.
Allah’a “ Ey nur” denilebilir, eğir bu sözden nur verici veya
hidayet edici veya nuru ve karanlığı yaratan, yahut da her türlü
eksiklerden beri olan manaları kastedilmiş olursa...
Sekizinci
Fasıl:
Allah
ki: rahman(her nimeti veren) rahim( rahmeti çok) âlim(bilgiç)
kaadir(güçlü) mâlik(egemen) kuddûs(kutlu) selâm( güvenli)
mümin( iman verici) müheymin(her şeyi gözeten) azîz(şerefli)
cebbar(eksikleri tamamlayıcı) mütekebbir(büyüklük gösterici)
hâlik(yaratıcı) bâr’i (yoktan var edici) musavvir(kılık
verici) dir; O’nun ilmi, kudretidir(kudretinden ibarettir)
denilmediği gibi kudretinden başkadır da denilemez; şu kadar ki
Allah’ın ilmi kudretinin aynı da değildir, gayrı da değildir,
denilebilir; Allah’ın sıfatı zatının aynı da değildir, gayrı
da denildiği gibi. Diğer sıfatlar hakkında da işlem böyledir.
Rivayet edildiğine göre Hazret-i Peygamber “ Allah’ın yüzden
bir eksik 99 adı var, bu adları sayan kimse cennete girer”
buyurmuştur. (İmam hazretleri diyor ki bu(Allahın 99 adı olması),
halkın adlandırması bakımındandır. Allah’ın adlandığı ad
ise sıfatının kendidir.(İmam hadisde Allah’ın doksan dokuz adı
vardır denilmesinden bu adlar doksan dokuz sıfatı ifade eder
manası çıkarılmasın, adlar, değiştikçe sıfatlar değişmiş
olmaz,bu “ adlar” aynı sıfatın halka göre değişen
tabirleridir, hakikatte Allahın vasıflandığı sıfat birdir,
diğer sıfatlardan ayrı bir şey değildir, çünkü bunların ayrı
şeyler olmaları için hadleri, nihayetleri bulunmak lazımdır,
Allahın sıfatında ise had ve nihayet yoktur, demek istiyor ki, bu
takdirde Allahın zat sıfatları, fiil sıfatları, sübut
sıfatları, diye bir ayırma yapmak, ve bunların sekiz veya altı
olduğunu söylemek yanlış olur. Adlandırma bakımından ise zat
sıfatları sekiz değildir.)
Dokuzuncu
Fasıl:
Kur’an-ı
Kerim’deki “ Attığın zaman sen atmadın, Allah attı”(Enfal
17) âyetine keza “ Ona biz ruhumuzdan nefh ettik( Tahrim 12)
âyetine ve bunlar gibi olan âyetlere iman etmek gerektir. Bununla
beraber Allah, atıcıdır, üfürücüdür sıfatları ile
adlandırılamaz; çünkü dinde böyle bir adlandırma
yapılmamıştır. Ama Allah yapıcı, yaratıcı ve buna benzer
sıfatlarla adlandırılır, zira bunlarla adlandırma
yapılagelmiştir. Allah’ın diğer adları hakkında da işlem
böyledir.
Onuncu
Fasıl:
Ebu
Hanife’nin şu sözü söylediği rivayet ediliyor: Zihninde Allah
diye tasarladığı hayale ibadet eden kimse zihne ve hayale sığmayan
Allaha ibadet etmedikçe küfürden kurtulamaz. Şeyh(Maturidi) diyor
ku: zira Allah taalâ halkı yaratmadan önce, mekân tasavvuru ve
mesafe fikri yok iken, herhangi bir şeyin içinde veya herhangi bir
şeye bitişik ve ondan ayrı, veya bir şey üstünde veya onun
altında, veya bir şeyin sağında veya solunda olma imkânları yok
iken var olan, başlangıcı. Sonu olmayan(ebedi) bir varlıktır.
Binaenaleyh O’nun sınırı ve sonu( haddi, nihayeti) olması
tasavvur edilemez. O, nasıl idi ise, olduğu gibi olmaktadır. Zira
O, olduğu gibi olmanın zail olmasından ve kendisindeki hallerin
değişmesinden çok yüksek(müteal) tir. NitekimCenab-ı Allah
İbrahim Peygamber kıssasında İbrahim’in ağzından: “ Ben
durumu değişenleri sevmem”(En’am 76) buyurmuştur. Şeyh(İmam-ı
Maturidi): âyetteki âfil (zâil), hali değişir manasınadır, bu
ise Allahın devamlı olarak bulunduğu gibi durur olduğunun
delilidir, diyor.
On
birinci Fasıl:
Rivayet
ediliyor ki, Ebu Hanife hazretlerine Allah taalânın halkı
yaratmadan önceki hali( nerede idi ve ne yapıyordu diye) soruldu. O
da: kudretle bulunuyordu,cevabını verdi: kimin kudretiyle,
denilince de: kendi kendi kudretiyle, dedi. Şeyh(Ebu Mansur-i
Maturidi) diyor ki: işte bu söz Allah’ın kudreti vardır,
zatının aynı da değil gayrı da... demek olduğuna delildir. Yine
bu söz, Allahın sıfatları kendisine nispet edilir, Allah sıfatına
nispet edilmez , demek olduğuna de delildir. Bu fikrin dayandığı
esas sıfatların Allaha izafe edilmesidir.
On
ikinci Fasıl
Allah’ın
sıfatları vasflandırılamaz. (Mesela Allah’ın ilim sıfatı,
zatı gibi, kıdem sıfatı ile muttasıftır, denemez.”Aziz un
hakim” denilince hakîm, azizin sıfatı değildir. Her ikisi de
zatın sıfatıdır. İlm-i vasi’dir, denilir,ama bu tavsif değil,
bir genişletme, kuvvetlendirme veya bir izahtır.) Zira sıfatı
vasıflandırmada Allahın sıfatlarının zatından ayrı şeyler,
vasıflanan nesneler, olmaları şüphesi vardır. Bunu izah edelim:
Allahın ilmi kadimdir, veya kudreti ebedidir, başlangıcı, sonu
olmayan rahmeti, ezeli tekvini vardır. Ve bunun gibi Allah’ın her
hangi bir sıfatı kadimdir, denemez. Keza Allahın ezeli kudreti,
veya ilmi(lem yezel ve la yezal ilmi) denemez. Belki Allah sıfatları
ile kadimdir. Sıfatları ile ezeli (lem yezel) dir, denir; sıfatlar
Allah’a nispet edilir, sonra Allah sıfatları ile kadimdir, diye
vasıflandırılır. Bu esasa göre, Allahın sıfatı, mutlak olarak
şeydir denilemez. Zira bu, sıfatların ayrı şeyler olmaları
vehmini uyandırır; şu kadar ki zatının gayrı olmayarak
sabittir, manasına şey Allahın sıfatıdır denilir. Allahın
sıfatı şey değildir denilemez, zira bu yok demektir. Ancak teşbih
ve tatil etmeksizin şey, Alahın hakiki sıfatıdır denir.( Bu
meselenin metnine bakınız. Mesele şu: Allaha şey denir mi? Sıfat
şey midir?Şey sıfat mıdır? Şey varlık demek midir? Sabit demek
midir? Bu mesele yokluk(adem) alem-i emir, vücut, sübut, mahiyyet
ve eşyanın hakikatleri meselesiyle ilgilidir.) Sıfatları ayrı
nesneler yapmak, Allahın birliği esasıyle uyuşamaz.
Allahın
vasıflanacağı sıfatlarda dikkat edilecek kıstas, ona nispet
edilecek sıfatların ilim( bilgi) kudret(güçlülük)
azamet(büyüklük) celal(yücelik)gibi Allaha yaraşan şeyler
olmasıdır. Ona yaraşmayan çocuklu, karılı, işkence eden,
zulmedici, yaramaz gibi sıfatları ise Allaha isnat etmekten
çekinmek en salim yoldur.
Keza
Allah devamlı yaratır, durmadan söyler ve durmadan merhamet eder,
denilmesi uygun olmaz. Allahın diğer adlarında ve sıfatlarında
iş yine böyledir; ona nispet edilmesi yaraşıp yaraşmayacağında
şüphe edilenlerinden sakınmak uygundur. Bunun gibi İslam ümmeti
arasında kullanılmamış her hangi bir sıfatla Allahı
vasıflandırmaktan sakınmak salim yoldur. Keza Allaha hürmeti
ihlal etme şüphesi bulunan sıfatları ona nispet etmekten de
sakınmak uygun olur.
Şeyh
Ebu Mansur) ihlas kelimesi olan La ilahe İllallah” ın tefsiri
hususunda diyor ki: bu kelimenin evveli, Allahtan başkasından
uluhiyeti nafidir. Âhırı da uluhiyeti Allah taalâya ispattır. Şu
halde ihlas kelimesi başından sonuna kadar tevhittir.
Hazreti
Muhammed’in peygamberliğini tasdik, dinde inanılıp kabul
edilmesi gerekli olan geçmiş kitapların ve peygamberlerin hepsinin
doğruluğunu bilmektir. Şu kadar ki bu tasdiki yaptıktan sonra onu
bozacak ve inancı sarsacak bir şey yapmamak gerek. Başarı veren
Allahtır, Allahın yardımı ile kitap tamam oldu.
Tercüme
Prof.Yusuf Ziya YÖRÜKAN Ankara Üniversitesi Yayınlarından Milli
Eğitim Basımevi- İstanbul-1953