Cep
telefonunu eline aldı, gözlerini açar açmaz. Kontrol etti, dün akşam
sosyal medyada paylaştıklarını; kaç kişi beğenmiş, kaç kişi yorum yapmış diye.
Artık tamamen rutin bir hal almıştı son birkaç yıldır bu alışkanlığı. İşte
başlamıştı yeni günde de. Beyaz, terli atletinden taşan göbeğiyle horul horul
uyuyordu adam her şeyden habersiz. Üstü açılmıştı sıcaktan. Ani bir kararla
kamera kaydına almaya başladı o haliyle eşini. Birden cırtlak sesi ortalığı
çınlattı kadının. Bir program sunucusu edasıyla:
“Eveeettt!
Efendim, hepinize günaydınlar. Bakın burada kim var? Uykucu kocam!”
Sıkı,
can yakan bir makas aldı yanağından adamın. Kadına sırtını homurdanarak dönen
adam, devam etti uyumaya. Umursamaz haline bozuldu eşinin. Ancak kamera
kayıttayken üzerinde duramazdı konunun. Ne de olsa şu an canlı yayındaydı yani!
Doğruca oğlunun odasına girdi.
“Evet!
Şimdi de tosbağa oğluşumun yanına geldik! Canım oğluşum benim. Sen benim
ömrümsün ömrüm!”
Diyerek
yorganın altındaki tombul oğlanı şapur şupur öpücüklere boğdu. Sağanak yağmurlu
bir güne gözlerini açan çocuk:
“Yaa
anne! Bir çekil başımdan. Rahat bırak beni!”
Yorganı
öfkeyle kafasına kadar çekti.
“Hahahayy!
Şakacı oğlum benim.”
Kamerayı,
odanın duvarındaki bayrağa çevirdi. Oğlanın poposuna bir çimdik atarak, fısıltıyla:
“Kalk!
Video çekiyorum. Rezil etme beni takipçilerime!”
Kendisine
çevirdi kamerayı bu defa. Sahte gülüşünü taktığı tombul kırmızı yanaklarında, sinsilik
kol geziyordu.
“Evet,
sevgili takipçilerim! Oğluşum, huysuzum da uyanıyor şimdi. Kahvaltı yapacağız
ailecek. Şimdilik hoşça kalın. Ne mutlu Türk’üm diyene!”
Kamerayı
kapattı. Odanın tahta döşemelerini iri cüssesi ile sertçe yürüyerek çatırdattı.
Daha da kızıla dönmüştü suratı öfkeden. Ateş püskürdü oğluna.
“Oğlum!
Video çekiyorum değil mi? Kaç defa tembih edeceğim sana neşeli, sevimli görün
diye?”
Daha
o yaşında, en az annesi kadar kilolu olan çocuk, zorlukla kalktı yataktan. Teki
hala açılmayan gözleri ile uyanmak istemiyordu. Yatak ona sıcak kollarını
açmış, gel diyordu.
“Ya
anne! İstemiyorum! Beni çekme! Bu ne ya,
her sabah aynı şey. Bıktım!”
Tırnaklı
dişlerini dışarıya çıkardı kadın. Yeşil ama bir yandan kırmızıya çalan ürkütücü
gözlerle oğlunu tersledi.
“Sus!
Seni çekmeyeyim de kimi çekeyim? Kalk yürü hadi. Elini, yüzünü yıka!”
O
kadar çok şımartılarak büyütülmüş, her istediği her an yerine getirilmişti ki
hüngür hüngür seslice ağlamaya başladı.
“Oğluşum,
tamam. Ömrümsün, bir tanemsin sen benim. Gel anacığına. Tombulum, tatlısın çok
ne yapayım? Onun için çekiyorum seni annem!”
Islak
ıslak öptü şişman yanakları kadın. Kahvaltı masasına oturdular.
“Bana
bak hayatım. Unutma sakın, üç gün peş peşe bir demet çiçek göndereceksin iş
yerime. Anladın değil mi? Üç gün!”
“Daha
kaç kez diyeceksin hanım? Ezberledim, tamam!”
“Kaliteli
olsun güller. Çatlasın kahpeler.”
Karşısında
şirkette çalışan kadınlar varmış gibi gözlerini kıstı ve kırmızı yüzü mora
kesti.
“Anne
ben patates istiyorum.”
“Oğluşum!”
Öyle
bir içten seslendi ki oğluna, adam ve çocuk irkildi.
“Gel
oğluşum gel!”
13
yaşındaki tombul oğlanı dizine oturtup yanaklarını sıkmaya başladı.
“Yaa
anne!”
“Dur!
Yerim senin anne diyen ağzını, oğluşum benim. Çek babası, bizi çek! Beğeni
alırız oğluşumla.”
Birden
çığlık attı kadın:
“Ayyy!
Dur dur! Şuradan bir oyun havası aç bakayım yavrum! Takipçilerim şenlensin
ayol!”
Deyip
kahkaha attı.
Adam,
çocuk ve kadın müzik eşliğinde göbek atmaya başladılar evin ortasında. Adam,
mekanik hareketlerle kollarını havaya kaldırdı. Yüzünde donuk bir ifade, bir an
önce işe gitmek için can atıyordu. Çocuk, kocaman göbeğini hoplatarak annesiyle
karşılıklı kıvırttı.
“Ohh!
Ohh! Ohh! Allah Allah!”
Nidalarıyla
coşan kadının gürültüsünden korkan çocuk, sıçrayarak annesinden uzağa kaçtı.
Gözlerini açan kadın “oyna oyna!” Diyordu oğlana, vücut diliyle. Servisin korna
sesi kurtarıcı oldu. Çantasını kaptığı gibi sevinçle uzaklaştı çocuk. Adam
da işe gitmek üzere ayrıldı evden. Her ikisi de evin dışında rahat bir soluk
alabiliyordu.
Kadın,
şişman kalçalarını taşımakta zorlanarak çıktı şirketin merdivenlerini.
Sevmediği bir iş arkadaşı geçti yanından. Burun kıvırıp “Hıhh haspam! Gören de
bir şey sanacak bunları. Kahpeler, siz kaşındınız!” Diyerek doğruca Müdürün
odasına koşturdu. Üzerine çeki düzen verip usulca tıklattı kapıyı. “Girin!”
sesini duyar duymaz, el pençe ve daima cebinde hazır olan sahtekâr gülüşünü
çıkarıp yüzüne takarak, tombul kalçalarını yuvarlaya yuvarlaya odanın ortasında
durdu.
“Aman
efendim. Çok iyi gördüm sizi. Maşallah, maşallah… Hanımınız çok iyi bakıyor
size. Her geçen gün gençleşiyorsunuz!”
“Sağ
olun. Buyurun. Ne var ne yok?”
Kadının;
ikiyüzlü, dalkavuk bir karaktere sahip olduğunu bilirdi. Ama yine de sevinirdi
iltifatlarına Müdür. Reklam anlayışını seviyordu işte!
“Ah!
Müdür Beyciğim! Biliyorsunuz bu şirket benim hayatım oldu. Yeri geldi
hastalandım, yeri geldi aç kaldım, yeri geldi evladımın sevgisini ayırıp buraya
verdim. Gündüzümü geceme kattım. Hastanede yattığım zamanlar da bile şirketimi
unutmayıp not düştüm fotoğraflarıma.”
“Evet!”
Ne
zaman asıl mevzuya gelecek diye bekliyordu Müdür. Tıknefes kadın kıpkırmızı
kesilmişti. Daha da şiddetli bir hitabetle sözlerine devam etti.
“Diyeceğim
şu ki Müdürüm. Bazı arkadaşlar işini ciddiye almıyorlar. Lakayt davranışlar
sergiliyorlar. İşleri güçleri dedikodu. Yok, yani, beni yanlış anlamayın. Çok
severim kızları, ancak iş başka dostluk başka!”
Sözlerinin
tesir etmesi için bir süre bekledi. Arkasına yaslanıp çaktırmadan müdürü
izledi.
“Kimmiş
onlar? Ben çalışanlarımdan disiplin isterim. Söyleyin kim onlar, isim
verin bana isim?”
Amacına
ulaşmıştı kadın. “Oh olsun size kahpeler!”
“Ah
Müdür Bey! Kimsenin ekmeği ile oynamam ben. Ancak böyle kişiler de ne bileyim…
Siz ki bu vatanın şerefli bir evladısınız. Size yakışanlarla, ayak uyduranlarla
çalışmalısınız.”
Müsaade
isteyip aniden kalktı. Çıkmadan geri döndü.
“Müdür
Bey, bir fotoğraf çekinelim mi? Şöyle şirketin adı görülsün arkada. Dost,
düşman çatlatalım!”
“Olur.
Gelin çekinelim.”
Kızıl
yüzünü, yeniden sahte gülüşü kapladı. Müdür, koltuğundan kalkmadı. Geniş
gövdesiyle yaklaştı adama. Tombul memelerinden biri kafasına yapıştı adamın.
Öğle
arası bitince gösterişli, kocaman bir gül demeti ve bir kutu çikolata geldi
kadına. Etrafını sardı iş arkadaşları.
“Aaa…
Ne güzeller. Kimden geldi bunlar?”
“Kimden
olacak? Sevgili biricik kocacığımdan!”
“Siz
evde görüşmüyor musunuz da buraya geliyor güller?”
“Ayol
ben nereden bileyim? Bizimkinin işleri işte! Adam âşık bana, ne yapsın? Bulmuş
benim gibi etine dolgun, güzel kadını. Herhalde âşık olacak kızz!”
Histerik
bir kahkaha attı, şöyle uzunca. Tombul yanaklarını şişire şişire yuttu
çikolataları. Güllerine sımsıkı sarıldı ve kokladı. Kadınlar hemen başladılar aralarında
fısıldaşmaya:
“Kesin
kocasına talimat verdi.”
“Bence
de ya. Kim çeker bu karıyı?”
“Zavallı
adam, acıyorum valla.”
“Sormayın.
Aklı sıra hava atacak bize.”
O
sırada koridorda dolaşan Müdür, bir köşede toplanmış fısıldaştıklarını görünce
kükredi.
“Arkadaşlar!
Dışarıda bir sürü işsiz insan var. Çalışmak istemiyorsanız bırakın!
Bırakın ki şirketimiz kalkınsın!”
Yüzünde
tebessümle dönüp:
“Ooo
size mi bu güller?”
“Evet
Müdürüm.”
Diyerek
hazır ola geçti. Diğer kadınların hepsi suspus olmuşlardı. Fırsatı kaçırmayan
kadın, çikolatalardan ikram etti. Alıp yiyecek diye de içi gitti.
“Yok,
sağ olun. Şekerim tavan yaptı zaten stresten. Size afiyet olsun.”
Müdür
uzaklaşırken, diğer çalışanlara ters ters bakıp:
“Çalışkan,
azimli, emektar arkadaşınızı örnek alın!”
Son
olarak şişman kadına dönüp:
“Bir
ara uğrayın, konuşalım.” Dedi.
“Oh!
Çikolataları da kurtardık. Her şey yolunda!” Deyip birkaç çikolata daha attı
ağzına kadın.
Amacına
ulaşmıştı. Yıllar yılı işyerinde barınmak için Müdüre laf taşır dururdu. İşi
gücü abartı ve gösterişti. Bu durum özel yaşamına da yansımıştı. Kızlardan
birini çağırdı.
“Kızz!
Beni güllerimle bir alsana. Güzel çek ama zayıf çıkayım!”
Korkunç
gülüşüyle yine kadrajdaydı ve hemen sosyal medyada paylaştı fotoğrafını. Akşam
yemeği için bir plan kurdu kafasında. Kocasını aradı hemen:
“Ha!
Aloo! Hani o restoran var ya… Hah oradan! Oradan üç kişilik rezervasyon yaptır.
Evet… evet! Uzatma! Nee? Ben oralarda yemek yiyip kendime güldürtmem. Sen
dediğimi yap! Hadi güle güle.”
Lüks
restorana gelir gelmez, fotoğraf çekimine başladı hemen. Oğluyla kocasını
pozdan poza sokarak bunalttı. Açlıktan ölüyordu obur çocuk. Yemekler geldi. Tam
saldıracakken eline vurdu annesi.
“Dur
be oğlum! Masayı çekeceğim.”
“Yaa
anne hadiii!”
“Sus,
tamam. Dur dur yeme! Seni çekeceğim oğluşum. Güzel güzel konuş yavrum.”
Zavallı
çocuk istemese de katlanıyordu bu duruma. Kayıt başlar başlamaz:
“Canım
annem ve babamla akşam yemeğindeyiz. Kutlu olsun. Yaşasın annem! Canım annem!”
Fısıltıyla
“El salla!” Dedi kadın. Açlıktan bayılacak olan oğlan el salladı. Bu işkenceden
kurtulmuştu. Daha fazla dayanamadı. Mis gibi kokan yemeklere saldırdı. İştahla
yiyor, kilosuna katkı yapıyordu.
“Aferin
oğluşum benim. Afiyet olsun yavruma.”
Hiç
konuşmadan yemeklerini yediler baba ve oğul.
Kadın
ise yüklediği fotoğraf ve videolara gelen beğeni ve yorumları gördükçe doydu.