.(HASANIN ANILARI)
Okuldan gelir gelmez çantasını ve giyilip yıkanmaktan bazı yerleri pörsümüş lif lif olmuş siyah önlüğünün üstünde önlüğün eskiliğine inat yeni ve bembeyaz duran yakalığıyla birlikte düğmelerini çözmeye bile sabredemeden eteklerinden tuttuğu gibi boynundan aşırıp kafasından çıkararak duvara asması bir olmuştu.
Çantasını da pencerenin önünde duran tahta masanın altına koydu.
Göz ucuyla çantasına baktı. Öğretmeni bu sıralar az ödev veriyordu okulların kapanmasına az bir zaman kalmıştı bahar gelmiş günler ve geceler eşitlenmişti.
Dışarıda güzel bir hava ve akşama daha epey bir zaman vardı.
Birazdan çoban köyün davarlarını otlaktan getirir köyün içine bırakır, o zamana kadar harmanda tek başına da olsa biraz top oynayayım, ödevlerimi akşam yaparım diye düşündü ve kendisini dışarı attı Hasan.
Oyuna öyle dalmıştı ki zaman nasıl geçti anlayamamıştı.
Bir ara topu harmanın yanında bulunan (Pey)* e düşünce koşarak gidip aldı, pey’in etrafındaki yüksek duvarlar hep dikkatini çekmiş acaba diye düşündürmüştü Hasanı…
“Bu boş arsanın etrafını neden duvarlarla çevirmişler” diye düşünürdü.
Peyden çıkar çıkmaz Molla Müslüm amcasıyla karşılaştı, amcası davarı karşılamaya gidiyordu, davarı karşılayıp Kış boyu ahırda duran baharın ilk günlerinde dışarı çıkarılan koyunların bazıları eve gelmeyip köyün içine dağılıyor ve akşama kadar aramak gerekiyordu.
Amcası onun peyden zorlukla çıkışını izlemiş derin düşüncelere dalmıştı.
Hasan amcasını görünce “Amca; neden bu duvarları boşuna yapmışlar ki yapmasaydılar ben rahatlıkla topumu alır çıkardım” diye dert yanınca, amcası zaten fazlasıyla depreşmiş olan hatıralarını verdiği hüzünle derin bir “offf” çekerek “Gel bakalım anlaşılan kimse sana bu duvarların hikâyesini anlatmamış, anlatayım da dinle” .
Diyerek az ötedeki taşların üstüne oturup Hasanı da bir dizine oturtarak şevkatle siyah ile sarı arası bir renkte olan kumral saçlarını okşamıştı.
“Bak oğul senin baban İsmail ile benim dedem olan Nebioğlu İsmail’in evi burasıydı, yani burası bizim dede ocağımızdı bir zamanlar.”
“Ben bu evde doğmuşum, Türk askeri evimizi yakınca dedem şimdi sizin oturduğunuz bu evi yaptı daha yüksek yere”
Hasanın gözleri fal taşı gibi açılmış amcasının yüzüne bakıyordu.
“Türk askeri mi yakmış bizim evimizi… Türkün evini Türk askeri yakar mı”?
Diye gayri ihtiyari amcasına sormuş gelecek cevabı merakla beklemeye başlamıştı.
Bu durumu fark eden MOLLA Müslüm hemen söze girerek Hasanın meraklı bakışları arasında anlatmaya başlamıştı.
“Oğul ben daha senin yaşlarındayken bizim köyde Rumlar vardı onlarla birlikte yaşardık, 93 harbi
(Osmanlı Rus harbi) başlayıncaya kadar dedem İsmail şu sizin evin arkasındaki evlerin sahibi olan Rum ANASTASİ ile çok iyi komşuluk ilişkileri içinde kardeş gibi geçinirdik. Dedem İsmail Osmanlı devletinin ÖŞÜR MEMURU idi… Bu sebeple hem ilçede hem köyde sözü geçen ve itibar gören birisiydi, memurluğun verdiği maddi durum ile refah içinde yaşardık. O zamanlar fakirlik vardı herkeste bulunmazdı öyle bol bol giyecek, yiyecek o rahat yaşamımıza komşuları da Türk Müslüman, Rum ayırmadan koruyup kollayarak ortak ederdi dedem özellikle Rum komşu ile kapı komşusu olduğu için daha çok ilgilenir korurdu.
Rus harbi başlamış benim babam Bilal senin deden Mustafa ilan edilen seferberlik gereği askere gitmişti… ( Benim Babam Sarıkamışta şehit oldu dönmedi, senin deden gazi olarak geldi zamanı gelince).
İşte bu zor zamanlarda ben de senin gibi bu harmanda oynuyordum, dedem de aha şurada diyerek (eliyle yıkık duvarların kenarında bir yeri gösterdi) Elinde baltayla bir şeyler yontuyordu… Rus daha bizim dağlara kadar gelmemişti Gümüşhane merkez taraflarındaydı ama “çok sürmez bizim buralara da gelir” diye halkın içinde söylenir olmuştu. Dedem orada çalışırken Rum komşumuz Anastasi geldi…
“Merhaba İsmail kolay gelsin”
“Merhaba komşu” diye cevap verdi dedem
Anastasi nedense çok sevinçli ve şen görünüyordu bu sevinci yüzüne ve hareketlerine yansımız kıpır kıpırdı.
Dedem “Hayırdır Anastasi rüyanda cenneti mi gördün ne bu neşe” diyerek takılmıştı kendine.
Anastasinin verdiği cevap hala kulaklarımdan gitmiyor
“Olanların yanında cennet neki İsmail Rus Geliyor Rus kurtulduk sizden bu güne kadar sizin atınız oynuyordu meydanda bundan sonra bizim atımız oynayacak” dedi
Dedem Nebioğlu İsmail oturduğu yerden öyle bir hiddetle kalktı ki ben çok şaşırdım dedemi hiç öyle sinirli görmemiştim, o sakin, konuşurken ağzından kelimeler dirhemle çıkan, kimseyi kırmayan hep munis kişiliği olan dedem gitmiş yerine gözlerinden hiddet saçan biri gelmişti.
Yerinden kalkar kalkmaz Rum Anastasiye öyle bir tokat vurdu ki Anastasi hiç beklemediği bu tokadı yiyince ağzından burnundan kanlar akarak sırt üstü yere yuvarlandı.
Dedem yere düşen Rum’un göğsüne diziyle bastırarak bir eliyle de boğazını sıkıyor boşta kalan eliyle Rum Anastasiye tokat atarken bir yandan da hiç unutamadığım şu cümleler dökülüyordu ağzından.
“Bre kâfir, bre zındık asırlarca Osmanlının ve biz Müslümanların himayesinde yaşadınız özellikle ben sana başka bir kol kanat gerdim, kimseye ezdirmedim ne kötülük gördünüz Osmanlıdan Namusunuza mı, malınıza mı bir helal geldi de şimdi Rus ayısına güvenip yediğiniz ekmeğe ihanet eder oldunuz” ?
Çıkan gürültü ve bağırışları duyan diğer komşular koşarak gelip dedemi Rum’un üstünden kaldırdılar Rum’u evine dedemi de kendi evine götürdüler. Aradan iki gün geçmemişti ki bir gün baktık İlçeden bir müfreze asker gelmiş bizim evin etrafını sarmışlar… Ev halkını evden çıkararak harmana topladılar evi dört taraftan ateşe verdiler… Çocuk aklımla çok şaşırmıştım neden “Bizim askerimiz bizim evimizi yaktı” diye çok düşündüm şimdi senin düşündüğün gibi.
“Sonradan öğrendik ki Anastasi ertesi gün ilçeye gidip köyde dedeme hasım olan bir iki Türk’ü de şahit göstererek dedemin Rus Askerlerine ajanlık yaptığını söyleyerek iftira atmışlar” Bizim askerimizde araştırmadan millete ders olsun diye gelip evimizi ateşe verdiler.
Dedem o iftiradan sonra hayata küstü eskisi gibi milletin içine çıkmadı zaten ondan sonrada çok yaşamadı rahmetli oldu. Savaşlar bitip senin deden benim Amcam olan Molla Mustafa sağ salim gelince hep birlikte hayta yeniden başladık.
Hasan neredeyse nefes almayı unutmuş, ağzı açık şekilde amcasının yüzüne bakarak soluksuz dinlemişti anlatılanları.
Köyün içine dağılan koyun ve onları duyan kuzuların sesleri yankılanmaya başlayınca köyün içinde amcası Hasanı yavaşça dizinden indirip yere bırakarak…
”Şimdilik bu kadar Hasan, koyunları toplamam lazım sonra yine anlatırım çocukken yaşadıklarımı” Diyerek elindeki bastonu sırtına çapraz bir şekilde yerleştirerek iki ucunu iki eliyle tutup kendine dayanak yaptı ve koyunlarının peşinden gitti.
Hasan duyduklarının etkisiyle öylece kala kalmıştı olduğu yerde.
Annesinin sesiyle kendine geldi.
“Hasan; gel koyunlar geldi içeri koyalım”
O da annesine yardım ederek kendi koyunlarını ağıla yerleştirip kuzuların analarını emişlerine dalarak az önceki dinlediklerinin etkisinden bir nebze sıyrılmıştı
O günden sonra her fırsatta MOLLA MÜSLÜM amcasına anlattırır geçmişi hakkında bilgi sahibi olurdu.