Elimi kana bulamayayım diyordum sabah sabah. Gidin başımdan ben daha şimdiye kadar karıncayı bile incitmedim diyordum ki başa bela oldular bunlar. Bundan sonra mücadelemiz daha da sertleşecek korkun artık benden. Barış çubuklarını depoya kaldırıp ''En iyi savunma hücumdur.'' düsturunu uygulamaya koyuyorum...

Mahallenin koca koca iki tane çöp bidonu gelip de tam bizim dükkânın karşısına alınınca, ilaçlamada yapılmayınca, sinek vatandaşlara gün doğdu, hayır sevmem de kerataları, fazla muhabbetimde yoktur, olmasalar da olur, olsalar da olmaz, illa da olmazları oldurmamalı aslında. Ne dedim ben yahu, nasıl cümlelerdi böyle. Sabah sabah bunların saldırılarından kafam karıştı haliyle kusura bakmayın...

Sivrisinekleri hiç kimsenin sevmediği gibi, karasinekleri de sevmiyorum, her ne kadar onlar ısırmasalarda rahat verip yemek yedirmiyorlar. İlaç sıksam sabah sabah olmayacak kahvaltı ediyoruz birader ile... En iyisi alırsın sinekliği eline Ahmet ha babam de babam girişirsin sineklere. Hayır, üzülüyorum da kan çıkıyor can çıkıyor yani... Sabaha sabah elimi kana buladım on altı tane yere sermişim...

Meretler öyle çabuk çoğalıyorlar ki mitoz mu bölünüyorlar mayoz mu bölünüyorlar yoksa yıldırım hızıyla mı bölünüyorlar anlamış değilim. Sinek dedik de araya bir de sinek fıkrası sıkıştıralım bari hemen aklıma geliveren. ''Temel eczacı kalfası, adamın biri giriyor içeriye soruyor, sinek ilacınız var mı? Temel gayet sakin var tabi sineğinizin nesi var ona göre ilaç vereyim.'' bu da geçmişten akılda kalmış sinekli bir fıkra, bir anekdot olsun.

Eskiden çocukken bizim sobalı evlerde de çok sinek olurdu yaz aylarında. Rahmetli babam bir gün bunalmış olacak ki bu sineklerin inekliklerinden döndü bize ''Ben uyuyacağım ev de ne kadar sinek varsa öldürün size sinek başına on kuruş, hem de para peşin kırmızı meşin.'' Ooo ne güzel sinek öldür para kazan daha küçüğüz, otuz sinek öldürsek üç lira para cepte, kısa günün karı iyi alışveriş... Baban para verecek oğlum pazarlık yap şunu yirmi ya da yirmi beş kuruşa yükseltsin Ahmet toriği çalıştır. ''Tamam baba ama on kuruş az şunu yirmi beş kuruş yapsak nasıl olur?'' baba da baba adam zaten adı üstünde ''Tamam lan keratalar siz öldürün ben yirmi beş kuruş vereceğim söz uyanınca.'' dalarız birader ile elde sineklikler, en büyük silahlarımız ve de aynı zamanda ekmek kapılarımız. Bir o girişir bir ben. Atarız kibrit kutusuna sinekleri. Say bakalım kardeş şunları bir de sonra yirmi beş kuruş ile çarpı ver. Üç beş sekiz, on iki on dokuz, yirmi altı... Az be Mahmut bunlar iki kola bile alamayız. Ne yapmalı ki? Ahmet de akıllar müthiş ''Gel babam uyuyorken dışarı çıkalım çöpün civarında bir dolu sinek var oğlum onları da vurup vurup kutuya koyalım aha da bu kadar yakaladık baba deriz paramızı da tıko alırız.'' Olur mu olur vallahi...

O gün alnımızdan ve ...çımızdan bayağı ter gelmişti sinek yakalamak için ve gün sonunda tamı tamına kırk altı sineği babamın göz önünde saydık. Saydık saymasına da babam uyanık adam bize döndü ''Sanki ev de bu kadar çok sinek yok gibiydi siz yoksa bu sinekleri başka başka yerlerde öldürüp de bunun içine mi koydunuz?'' deyince foyamız çıkar gibi olmuşsa da yine de babam sesini çıkarmayıp, elimize yakaladığımız sineğin tam adedi çarpı yirmi beş kuruş yani on bir lira elli kuruş ödeme yapmıştı... Durur mu Ahmet ile kardeşi. Silahlarımızı bir daha ki sürek avına kadar doğru depoya ve aynen hızlı adımlar ile mahallemizin bakkalı Gavur Ali lakaplı sevimli mi sevimli bakkal amcamızın yanına. Offf! Bu yaz bitmese de hep sinek öldürsek ya...