Yazın milletin buram buram terlediği, geceleri ayışığında mehtabı seyrettiği bir günde, iki günde geç teslim olmak kaydı ile birliğimizin kapısından girdik. İşte o zaman öğrendim ki, o önünden geçerken uzaktan seyrettiğimiz kapının bir adı da Nizamiye Kapısı imiş...



''Ooo' dedi kapıdaki çavuş, 'Biz de sizi bekliyorduk maaile, nerelerde kaldınız, önemli işleriniz vardı herhalde.'' Kafamda binbir türlü düşünceler, ''Bu ne ilgi alaka, herhalde benimlen dalga geçiyorlar, ya da çok meşhur birilerine benzettiler.' O zaman yazdığım şiirleri toplasan otuzu kırkı geçmez. Çavuşa döndüm ''Abi geciktim, biraz şehirde işlerim vardı da.'' Halbuki külliyen yalan, eski okuldan bir arkadaşa rastlamıştım şehirde gezerken, onun ile takıldık öylesine bir iki gün. ''Zahmet etmeseydiniz bir telefon etseniz biz sizi gelir alırdık'' demez mi bana Çavuş. Tam elim ayağım gevşiyordu ki çavuşun yanındaki Onbaşı uyardı ''Kes birader kes, daha fazla uzatma, bu bizim İhsan Çavuş yüzelliden aşşağı şınav çektirmez kafasını daha fazla bozarsan ona göre'.'



Pis pis yüzüme bir baktı çavuş ''Ne abisi l...n kendine gel sayı ile burası asker ocağı anakucağı değil.'' Bende bet beniz attı, ''Ehem kem küm emreeet komutanııım''



Oranın Astsubay Okulu Komutanı Kıdemli Albay yengemin yakın akrabası, nasıl olsa arada bana kıyak yapar ucundan, ama çok da fazla torpil istemem işin doğrusu.



Ivır zıvır işler ile uğraşırken öğlen oldu, doğruuu yemekhaneye. Ne söylesem ki garsonlara, biraz acılı adana, yanına ayran veya kola, biraz salata diye düşünürken, önümüze demirden tabaklar ile milli yemeğimiz kurufasulye gelmez mi, yanında bolca ekmek ile su da var en terkosundan. İnsan acıkınca onlarda bir tatlı geliyor ki, sormayın gitsin. Sanki kuru fasulye değil de, iskender ile yanında baklava yiyoruz.



Bir iki gün işlemler ile uğraştıktan sonra askeri elbiseleri giydik. Giydik giymesine ama, sivilde gözümüzü bir korkutmuşlar sormayın gitsin. ''Sakın tüfeğini kaybetme, karavanayı kaptırma, yemek görevinde fazla arazi olma, tertipçilik vardır dikkat et'' vs.



Yazın sıcağında eğitim yapıyoruz harala gürele, ne yapacaksın vatan görevi. İstirahat vermişler oturmuşuz. Üçyüz kişilik bölük, onbaşı adayları dinleniyoruz. Çavuş seslenir ''Oradan beş kişi gelsin çabuk.'' Acele ile beş altı kişi koşar Çavuşun yanına, gerisi oturmaktadır. Çavuş hiddetlenir, ''Siz kenara geçin bakayım gelenler, neden hepiniz birden kalkmıyorsunuz. Oturanlar önce şınav vaziyeti al, elli şınav sayarak başla.'' Offf pufff yandık battıık yakınmaları. Çavuş ''Tekrar ayağa kalk, tekrar yat sürüüün.''



Başka bir istirahatte terlemişiz yine temmuz güneşinde, bir iki arkadaş kalkıp su içmeye gittiler. Peşindende başka bir arkadaş seğirtti, sonra geri geldi. Çavuş, ''Gel asker buraya.' Askerden esas duruş, topuk sesi, ''Emret Çaavuşum.'' Çavuş tekrar, ''Nereye gittin sen?'' Asker hazırolunu bozmadan, ''Su içmeye komutanııım'' Yine Çavuş ''Kimden izin aldın asker?'' Yine cevaplar, ''Onlar gittiydi de ben de gittim, kem küm ehem...'' Okkalı bir tokat surata, ''Onlar kendini uçurumdan attı sen de mi atacaksın, yat elli şınav çek.'' Asker kızarır bozarır, ''Hmmm ama komutanıım'', daha da hiddetlenerek ''Şınav yüz oldu, her itirazında şınav sayısı elli elli artar ona göre.'' O ne kardeşim elli elli artar sanki memur maaşı artırıyor Çavuş arkadaş...



Gitmeden sivilde bahsediyorlardı, yemeklere şap atıyorlar, bir müddet büyük abdeste çıkamazsınız diye, inanmamıştım o zaman. Hakikaten de öyle birşey varmış. Beş gün oldu tık yok, arkadaş bu yediklerim nereye gidiyor o zaman. Arkadaşın birine sordum, ''Eritiyorsun abi, eritiyorsun yediklerini'' dedi. 



İyi dostluklar, iyi arkadaşlıklar kurdum, bazıları hâla da devam eder. Takım çavuşunun üst ranzasında yatıyorum. Sabaha kadar ışık açık, uyu uyuyabilirsen...



Derslerde başlayınca branş konularında, dershanelerde daha rahat eder olduk. Bazen dershanelerde, bazen çamların dibinde ders yapıyoruz. Ders de ne ders ama. Ders Komutanımız İlhan Çavuş sağlam bir asker, bizim gibi o da onsekiz aylık. Mızıkamı da daha önceden almışım yanıma, ama derse getirmiyorum kızarlar diye. Geceleri istirahatte devrelerim Yalçın abi ve Bayram kardeşim ile dımbırdatıyoruz ara ara...



Bir gün dershanedeyiz yine, baktım İlhan Çavuş'un elinde benimkinden biraz daha basit bir mızıka, sohbet muhabbet bol, İlhan çavuş kafa adam, öyle laf arasında ''Müzik aleti çalan var mı arkadaşlar'' dedi. Ne diyeyim ben şimdi, kafamdan binbir türlü şey geçiyor. Halk konseri vermişliğimiz yok ama ne yapsam. Çalıyorum ben o elinizdeki aleti desem, illa ki çaldıracak, güzel çalamayıp mahçup olmak da var. Herhalde 'Bak postacı geliyor' ya da 'Daha dün annemizin kollarında yaşarken'i çal demeyecek Çavuşum. Elim ve yüreğim titreye titreye parmağımı kaldırdım. ''Ne çalıyorsun sen Zeytinci'' dedi. Alışmışım ta ortaokuldan beri herkesin soyadım ile hitap etmesine, hiç de alınmam, bilakis hoşuma bile gider. Ankara'da tektir benim soyadım başka da yok. Neyse konumuza dönelim yine ''Komutanım o elinizdekinden çalıyorum ben'' dedim. Gözleri faltaşı gibi açıldı, mızıkayı uzattı'' Al bakalım birşeyler dımbırdatta görelim Zeytinci, çalamazsan da ikiyüzelli şınava hazırol, bileklerin kuvvetliidir inşallah.'' Aldım mızıkayı elime, içimden de salavat getire getire, yavaş yavaş nefes vermeye başladım armonikaya. Önce bir 'Gül ağacı değilem', peşine bir 'yıldızların altında', üçüncüye gelsin 'Eski dostlar', araya bir Tom Jones 'Delilah' sıkıştıralım, finalde bir 'Harbiye Marşı', neyse uzatmayalım konseri alnımızın akı ile bitirdik, çavuştan da aferini aldık. Bazı bazı dersleri ağaçların altında arazide yapardık. Ne dersi ne de birşey. On beş dakika ders, kırkbeş dakika benim ücretsiz halk konseri, çavuştan gelsin aferinler...



Öyle günler aylar birbirini kovaladı, onbaşılık sınavına girdik. Sınavda formalite herkes olacak onbaşı hali ile. Kağıtları verdiler elimize, çiziktirdik birşeyler. Birkaçgün sonra da omuzumuza tek pırpırı taktık. Taktık takmasına da, bu seferde arkadaşlar ile üst devre onbaşıları birbirine karıştırıyoruz, bin kişilik çavuş talimgahı, birgün sopayı yiyeceğiz üst devre onbaşılardan. Bir kaç tane onbaşı olmuş ama pırpır takmayan arkadaş var, onlara hava atıyoruz, ''Gel bakayım buraya asker'', kimisi tanıyor ''Yürü be tertip'' diyor. Bazen de biz baltayı taşa vuruyoruz, üst devre onbaşılara veya kadrolu erlere çatıyoruz, ondan sonra da kıçımıza şaplağı yeyip oturuyoruz...



Üçbuçuk aydan sonra nihayet dağıtım olacağız yeni birliklerimize. Arkadaşlarla vedalaştık, helalleştik, otobüslere bindik, istikamet Ankara. Kimine İstanbul, kimine Adana. On günde dağıtım izni var Allah'dan. İşte böyle bizim onbaşılık hikayemiz. Siz siz olun ''Mantığın bittiği yerde askerlik başlar'' lafına sakın inanmayın. Mantığın en çok olduğu yerdir Asker Ocağı, diğer bir adı da Peygamber Ocağı'dır. Bütün Komutanlarımı (Usta Birliği ve Acemi Birliği) saygı ile selamlıyorum. İyi ki sizlerin yanında askerlik yaptım, iyi ki vardınız, bana çok değerler kattınız...