Biz eskiden yokluk yoksulluk kokan mahallelerimizde
arabalarımızın evlerimizin kapısını kilitlemezdik
yüreğimizin kapılarını da kilitlemediğimiz gibi
selamın aleyküm ya da merhaba dendi mi
coşkuyla girilirdi evlerimize de yüreğimize de...


baklavadan bile daha tatlı komşularımız
merdiven altı sohbetlerimiz vardı
şeker gibi gönlü geniş insanlardılar
yüzlerinden nur akan
balkondan balkona seslenir
mahalle de bir komşumuz öldü mü hislenirdik...


boza satan amca
bozaaa bozaaa diye bağırırken bir kış günü
nasıl da canım istemişti
annemin eteğine yapışıp
''alsana alsana'' diye tutturunca alı verdi annem
bir yudum içip de yüzümü buruşturunca
''Ah be oğlum ben demiştim sen bunu sevmezsin.'' diye
sitemleri boca etti üstüme...


hele hele de yazları kapı önü oturmaları
unutulur mu Loçka Teyze ile Şekerim Teyze'nin
Aziz Amcanın tatlı sohbetleri çekiştirmeleri...


bir kere de biz kazansaydık
şu misket oyununda, müselles ya da kuyu da
Alparslan Ağabey kitabını yazmış bu misketin de
biz niye okumamışız sanki
ütülüp ütülüp dururuz her seferinde
adam cep harçlığını çıkarırdı önce bizi ütüp
sonra da tane ile misket satarak
şimdilerde her taraf asfalt
toprak bırakmadınız da ettiniz sanki halt...


biz eskiden
arabalarımızın evlerimizin kapısını kilitlemezdik
yüreğimizin de kapılarını kilitlemediğimiz gibi
selamın aleyküm deyip girilirdi
hem evlerimize hem de yüreğimize
enflasyon varsa da
pahalıysa da biraz hayat
insanın ve insanlığın değeri vardı
çok daha mutluyduk şimdikinden inanın ki heyhat...