
Kapi
Bugün
pek bir şımarık gökyüzü. Bir bakmışsın gülen gözleriyle seni sımsıkı sarıp
sarmalayan bir sevgili, bir bakmışsın sert ve soğuk bakışlarıyla tehdit eden
bir düşman! Karmakarışık, dengesiz duygularını insanlara da geçiriyor ister
istemez. Bu atmosfere ben de ayak uydurdum. Günün belli saatlerinde cıvıl cıvıl
sesim, şen şakrak. Ama bu neşeli anların tam ortasında bırakarak kendimi, başka
duygulara yol alabiliyorum aniden. Hüzün kümeleri sarıyor etrafımı, bense
bulutlara yükseliyorum çocuksu bir özgürlükle sonra da dipte buluyorum kendimi
bir boş vermişliğin ağırlığı üzerimde.
Bir
demli çay ve ona eşlik eden birkaç kurabiye ile balkondan etrafı seyre dalmak
ya da aylak aylak evin odalarını -sanki ilk defa görüyormuşçasına bir hayret
yüzümde- dolaşmak! Bugünkü planımın özeti. Ama dedim ya size, bu havanın
değişkenliği sinirime dokunuyor bugün! Her şeye rağmen; gözüme ilişen ve zaman
zaman gidip vakit geçirdiğim, evimin tam karşısında bulunan; minik, şirin,
içerisinde hoş, gülen gözlü insanları barındıran. Simitleri de insanları gibi
sımsıcak, olan bu kafeye gitmeye karar verdim. Üzerimi değiştirmeme gerek
yoktu. Zaten kimse bakmazdı ki öyle şeylere orada.
Kafenin
pembe girişi önünde; genç mi yaşlı mı olduğu anlaşılmayan -belki de yaşsız- bir
adam bekliyordu. Adamı gözüm hiç tutmadı. Bir tuhaf bakıyordu insanın yüzüne,
sanki bu dünyadan değildi! Varlığını umursamadan yanından hızla geçip kafeye
girecektim. Ancak:
“Kapıdan içeriye
girmek ister misin?” Dedi mağaranın derinliklerinden gelen bir sesle.
Bir an yanlış
duymuş olabileceğimi düşünüp yoluma devam ettim. Ses bir kez daha:
“Kapıdan içeriye
girmek ister misin? Dedi güçlü bir
hitabetle bu kez.
Adama dönüp:
“Ne kapısı
beyefendi, deli misin nesin? Haydi, işine bak! Dedim.
Gözlerime
baktığı an bir tılsımın etkisinde gibi vücudumu hareket ettirmeyi bırak
hislerimi dahi oynatamayacak hale geldim! Bugünkü değişkenliğim de böylece son
buldu!
“Evet!” Dedim anlamsızca sonunun nereye varacağını
bilmeden.
Adam,
bakışlarını bir an olsun benden ayrı bırakmadan elimden tutup beyaz bir kapının
önüne getirdi. Bulunduğum yeri incelediğimde beyaz olanın sadece kapı
olmadığını, her tarafın bembeyaz olduğunu anladım. Gözlerimi yordu bu yoğunluk.
Birden adamın artık yanımda olmadığının farkına vardım. Yapayalnız olmak
ürkütmüştü. Ne olursa olsun birinin varlığı güçlü hissettirir böyle anlarda.
Anlam veremediğim bir şekilde, iradem dışı bir gücün etkisiyle; kapının
yüreğim, beyazlığın da bilinçaltımın odalarından biri olduğu fısıldanıyordu. Ürkmüş,
ne yapacağımı bilmez haldeyken kapının ardında olanları merak etmekten de geri
kalmadım.
“O kapının
ardında ne vardı ki?” Çok düşündüm. Belki saatler, belki aylar, belki yıllar,
asırlar geçti. Ne istiyordum? Bir aşk, bir ev ya da araba mı? Bir evlat? Çok
zengin olmak? Hayır! Bunların hiçbiri değil. Kapı yüreğimin en derininde
bulunan gizli, unutmak istediğim bir şeyi gösterecekti kuşkusuz. Hissettim, az
sonra, yıllarca kendimden bile sakladığım o giz ortaya çıkacaktı! Kapı tüm
kudretiyle kendisini ağırdan alarak bir yol gibi açıldı önümde. Biliyordum ki o
açılan kapı, beni benden daha iyi tanıyordu. Neyi geçeceğimi, seçeceğimi, ne
yapacağımı, nelere şahit olacağımı önceden öğrenmişti. Kapı bile bunca şeyi
bilirken ben neden bilmiyordum?
İçimde
bir nefret duygusu oluştu kapıya karşı. Tekmelemek, yumruklamak, kırıp dökmek istedim.
Ancak orada beni bekleyen şeye olan onulmaz merakıma yenik düştü nefretim.
Kapının açtığı yolda ilerlediğimden beri, az çok bazı olaylar zihnimde
canlanınca, hatırlayacağımdan korktum. Yerde, Isparta halısı bulunan bu genişçe
odanın az ilerisinde; duvara bitişik duran kırmızı, lacivert renkli bir çekyat
vardı. Çekyat çok tanıdık gelmişti. Sanki üzerinde defalarca uyumuştum. Birden;
çekyatta bir çocuğun uyuduğunu fark ettim. On yaşlarında, incecik bir kızdı
uyuyan. Ancak çocukla beraber bir başkası daha yatıyordu orada! Çocuğu sırtından
kucaklamış, olgun yaşlardaki bu adam; gittikçe sıklığı artan bir nefesle çocuğa
daha da sokuluyordu. Odanın içini anason kokusu sardı. Midemi bulandırdı bu
koku, kusmak istedim gördüklerimi olgun adamın suratına.
Adam,
uykudaki çocuğu kollarının arasına almış, öpüp okşuyor, bir yandan da iğrenç
sesler çıkarıyordu. Bir ara gözlerini açan çocuk, hiçbir şeyin bilincinde olmadan
sıkı sıkı yumdu gözlerini. Adam onun yakınıydı ve kendisini sevme biçimiydi çocuğa
göre tüm olanlar. O yüzden her ne kadar korksa da izin veriyordu yaptıklarına. Daha
fazla bakamadım olup bitene. Geri geri çıkıp kapıdan, koşmaya başladım. Ve bir
anda kendimi kafenin önünde buldum. O, yaşı olmayan adam, tam karşı caddede
durup gülümseyerek el salladı. Sonra da kaybolup gitti. Kafeye girmek
anlamsızdı, bunun yerine sahilde dolaşmayı tercih ettim. İçimde hafiflemiş bir
şeyler vardı. Sanki zihnimden, beni üzen anılar, kocaman bir silgiyle
silinmişti.
Gökyüzü;
dakikalarca temizlenilmesi için uğraşılmış bir cam gibi parlıyordu. Bulutlar
dans ederken usulca; martılar da mavi
dalgalı, coşkun denizin üzerinden eşlik ediyorlardı bu valsa. Durup denizi
seyrettim. Suyun sesinden her şeyin berraklaştığını ve geriye kötü bir izin kalmadığını
anladım. İçimde şımarık bir huzurla yaşıyorum şimdi.
Yazınızı ilgi ve beğeniyle okudum. Ben de kapılar hakkında yaz yazmıştım. Bu bakımdan yazınız ilgimi çekti.