İşkembe çorbası

   Yetmişlerin Türkiyesi’nin başkentinde bir sonbahar, gününde Mesaisi bitmiş caddeler, sokaklar insanlarla dolmaya başlamıştı. Metrelerce uzayan dolmuş kuyruklarında insanlar bir an önce evlerine gitme telaşında dolmuşa binebilmek için sıranın kendilerine gelmesini bekliyorlardı. Bu günlerde pek dışarıda kalmak istemiyorlardı, sokak olayları her gün biraz daha artıyordu. Okulların açılmasıyla daha bir fazlalaşmıştı.

         Dolmuşlar valiliğin önündeki büyük alandan kalkıyor. Kuyruklar jülian sütunu’nu dolanıp, Ankara’nın eski semtlerinden İsmet paşa’ya kadar uzanıyordu. Eskiden merkezi, iyi semtlerden sayılırmış, şimdilerde meyhaneler, tavernalar, gizli kapaklı işlerin döndüğü kahvehaneler, lokantalarla dolu bir semt oldu. Bir zamanlar ailelerin yaşadığı,  sokaklarında çocukların oynadığı mahalle tamamen değişmişti. Eski Ankara evleri bir bir meyhane, taverna oluyordu. Artık sokaklarda kimliği belirsiz insana korku veren kadınlar, erkekler geziniyordu. Genç her akşam dolmuş beklerken orada ki hayatı, insanları renkli perdeler arkasından gözlemlemeye çalışıyordu.  Sürekli ayak da dolanan sarışın, boyalı kadınlar, beyaz gömlekli,  siyah pantolonlu, saçları briyantinli adamlar. İçeriye giriyor çıkıyorlardı, müzik sesi onlara kadar ulaşıyordu.

   Kuyruk bir türlü ilerlemiyordu.  Kaza olmuş, yol kapanmış, dolmuşlar gelemiyordu. Genç yorgunlukla ayaklarını değiştirdi. Beklemekten sıkılmıştı.  Akşama kadar ayak da çalışıyordu. Bir an önce dolmuşa binip eve gitmek uzanmak istiyordu. Güneş batmak üzereydi güneşin kızıllığı ufukta  yavaş  yavaş kayboluyordu.. Karşı meyhanelerin ışıkları da yanmıştı içerinin sarı ışığa karşın kapanın etrafında renkli küçük ampuller aydınlatıyordu. Arası sıra kadın kahkahası müzikle birlikte kulaklarına kadar geliyordu.

    “Dolmuş gelse de binsem. Bu gün kimseye yer vermeyeceğim ne kadın, ne yaşlı. Belim koptu. Keşke Sakarya caddesine gitseydim. Bir birahaneye girip ayaküstü bir bira içseydim. Yanında taze kızarmış citır cıtır patatesler yeseydim. Kafayı bulanlara kadeh kaldırsaydım şerefe, ağabeyciğim sağlığınıza diyerek dost olsaydım oradakilerle birkaç saatliğine. Politikadan, hayat pahalılığından kadınlardan konuşsaydım. Yarım yamalak konudan konuya atlayarak memleketi kurtarsaydık. Kafasından gecen düşüncelere güldü. Onunu ki salt durumuyla alaydı..

   “ Yürüsene be sıra sende” diyen sesle düşüncelerinden sıyrıldı. Kendini dolmuşa attı   arkadan .ikinci  sıranın çam kenarı  boştu hemen  geçti, oturdu, başkasına kaptırmadan.. “ Biraz sıkışın hadi birkaç yolcu daha alalım.” Diyen şoförün komutuyla on dokuz kişi bindi arabaya, üst üste. Kendini mezbahane de sandı şu halleriyle oradan farkları yoktu. Üst üste atılmış koyun, kuzu dana butları gibiydiler. Solukları tenleri, terleri birbirine karışıyordu. Onları ölü hayvanlardan ayıran yüzü kızaran genç kız, kıza tacizde bulunan adamın kayıtsızlığı, kotlu delikanlının olay karşısında sıkılan yumruğu, gerilen yüzüydü.

     Başını cama dayadı. Dışarıyı seyretmeye başladı. Yol üzerindeki dükkânları,  içinde kilerini tanıyordu. Müşterisi eksik olmayan aynalı berberi. Aynasız berber olurmuş gibi… Tezgâhında hiç taze canlı yeşillik görmediği yaşlı manavı, bakkalından çok dışarıda oturan kel bakkalı, ayakkabı tamircisi, terzi Arif’i hiç konuşmadan tanıyordu. Metruk binalardan giren çıkanlara aşınaydı Hele Anafartalar karakol’unun yanında binanın önünde küçük bir tabureye oturan orta yaşları geçmiş şişman kadına hayrandı. her akşam onu görebilmek için bütün dikkatini verir içinden dolmuşun yavaş geçmesini dilerdi.  Dolmuşa bindiğinde hemen bir merak uyanırdı içinden acaba bu gün hangi renk elbise giymiş diye. Aylar önce fuşya rengi elbisesi oldukça acık yaka dekoltesine dökülen boyalı siyah sacları aynı renk bantla toplanmış. Kırmızı ruju ile göze çarpıyordu. Her akşam onu orada canlı parlak renkli elbiselerle fütursuzca oturuşu, sigarasının dumanını efkârlı efkârlı savuruşunu dikkatini çekiyordu. Kimdi bu kadın, Hiçbir kadının giymeyeceği kadar renkli parlak giyinen. Etrafa bakıp sigarasını dumanını savururken yüzündeki acı, umursamazlık ifadesi ile her akşamüzeri gördüğü kadını sonsuz merakla bir iki saniye dolmuşun içinden görmek onu rahatlatıyordu.

    Minibüsün içindeki hava gittikçe ağırlaşıyor, sarsıntıdan insanlar birbirlerine daha çok yaklaşıyorlardı. Ter, ayak kokusuna ağır bir işkembe kokusu karışıyordu. Önlerden biri şoförden cam açması istedi. Temiz hava kalabalıktan onlara gelemedi.

    “Yok, gardaşım yok eski işkembeciler tarihe karıştı. Nerede bol sarımsaklı, sirkeli çorbalar. Eskiden  sabah çorbasını  çarşıda içerdim..Ne çorba yaparlardı.  Sıcak sıcak iki tas işkembe çorbası içtim mi kendime gelirdim. Dükkânımda üzerine köpüklü bir kahve oh. Gel keyfim gel. Şimdi içine pişerken sarımsak koymuyorlar. Masalara küçücük şişelerle koyuyorlar herkes kendi dökecekmiş sarımsağını sirkesini. Sevmeyenler varmış. O zaman ne diye işkembe çorbası içiyor demi gardaşım. Midesi kaldırmıyorsa gitsin mercimek çorbası içsin. İşkembe çorbası dediğin bol sarımsaklı, sirkeli olur. Sakatatçıdan işkembe aldım, Hanıma temizletip güzel bir çorba yaptıracağım bol deneli sarımsaklı, sirkeli.Bizim Köroğlu da güzel yapar işkembeyi..”

  Arkadaki koltuk da işkembe çorbasını ballandıra ballandıra anlatan adama dönüp baktı. Adam altmışında vardı. İri yapılı göbekli, boğazına keyfine düşkün olduğu her halinden belli oluyordu. Yanında oturan sıska adam anlattıklarını midesi bulanarak dinliyor, minibüsün içindeki ağır kokuyu, işkembe çorbası ile karşılaştırıyor, içindeki bulantı gittikçe artıyordu. Keyfine düşkün adam anlattıkça anlatıyordu. Sıska adam dayanamadığından, ineceğinden mi “Uygun bir yede inecek var” diye bağırdı. Onun la birlikte üç kişi daha indi. Sıkıştırılan kızın yüzünde rahatlama oldu. Oturacak yer açılmıştı. Şu it adamda orasına burasına dokunamayacaktı. Araba durmuşken oda indi. Sıska adam gibi onunda midesi bulanmıştı

    Derin derin nefes aldı.   Fakat ciğerlerine temiz hava dolmadı. Hava kirliliği şimdiden başlamıştı. Kışın daha da fazlalaşıyordu nefes almakta güçlük çekilecekti. Kış geldiğinde televizyon ekranlarında boy boy endam gösteren profesörler, bilim adamları demeç üstüne demeç veririler Ankara’ nın hava kirliliği konusunda. Yazın ise kimsenin sesi soluğu çıkmıyordu.

       Ne gerek vardı canım Türkiye’nin güneşi bol havası temiz bir sürü kenti var. Gitsin oralarda yaşasınlar.  Ankara da yaşamaları şart değil ya Çözüm maria antonetiye halk  açlık dan kırılıyor dediklerinde söyleyin pasta yesinler demesine döndü. Onun kendi kendine gülüşüne yanından gecen kadın yabansı yabansı baktı delinin biri daha düşünmüştür. Deliler çoğalıyor. Nasıl delirmeyelim, ön üç kişilik dolmuşa yirmi kişi alan şoförler, İşkembe çorbasını ballandıra ballandıra anlatan, keyfine düşkün adamlar Bitmeyen kuyruklar delirtiyor.   Sağına soluna bakındı hızlı adımlarla karşıya geçti. Büfeden sigara istedi her zaman ki gibi büfeci yok dedi.  Tekelden kısıtlı verdiklerinden dert yandı.  Genç yorgun adımlarla yürümeye devam etti oturdukları yer sanayi bölgesinde ki gecekondulardı.   Tamirhanelerin bulunduğu mahallede araba hurdaları,  çöplükler. Naylonlarla yapılmış barakalarla çevriliydi. Akşam olunca daha bir izbe, korkunç gözüküyordu. Her an hurda arabaların arasından birileri çıkıyor sağcımızın solcumuzun necisin diyerek sille tokat girişiyorlar. Gözlerini bir köşede yada ikinci şubede acıyordun. Gereksiz yere, dayak yemektense. Bir an önce eve gitmeliydi. Adımlarını sıklaştırdı köşeyi dönerken hurda arabaların arkasında boğuk bir ses duydu.    Arabanın arkasına yöneldi.  Gördüğü manzara karşısında dondu kaldı. Köşe elektriğinin yarı aydılatığı yerde genç bir adam  yatıyor, ağzı köpük köpük, gözleri yarı açık akları gözüküyor, hırıltıya benzer sesler çıkartıyor, vücudu elektrik akımına tutulmuş gibi gerilip acılıyordu.. Başında iki genç yardım etmeye çalışıyordu. Biri ayakta duruyor diğeri üzerine eğilmiş kaldırmaya çalışıyor ne oldu diye sarsıyordu.  Hareketlerinde acıma duygusu yoktu. Adam belli sara nöbeti geçiriyordu. Sarsmaması gerekiyordu. Hallerinden, kendilerinkinde yardıma ihtiyaçları olan adamların bir başkasına yardım etmelerine sevindi. Fakat Sevinci yarım kaldı. Adamlar yardım etme bahanesiyle hasta adamın ceplerini karıştırıyor, diğeri gözcülük yapıyordu.   Adamı yan cevirdi. Arkaca ceplerine baktı,  ayaktakine yok bir şey diye işaret etti.    Saralı adamın gömleğinin düğmeleri çözülmüş, ceketinin kolu yırtılmıştı.  Kasılmaları daha da artmıştı. Ağzından çıkan köpükler yüzünün her tarafına bulaşıyordu.       Ayakta ki adam sağına, soluna bakındı eğildi ayakkabılarını çıkarmağa başladı.

    Adam manzara karşısında donmuş kalmıştı. Midesinde kabaran bulantıyı öğürerek istemsiz gürültüyle boşaltı. Adamlar ses karşısında afalladılar, araban altından bir kedi fırladı. Uzaklaştı.

FATMAsarıkaya RAVLI   1.1.2020