Card image cap
Huzur evi̇

Takvime baktım da 5 sene olmuş ben buraya geleli. 

Nasıl geçti o 5 sene bir de bana sor. 

Çok bakmıyorum takvimlere. 

İçim sıkılıyor, zaman geçmiyor. 

Eskiden su gibi akıp geçiyor zaman derdim. 

Şimdi öyle düşünmüyorum. 

Demek insan mutluyken çabuk geçermiş zaman. 

Hapishanedekileri şimdi daha iyi anlıyorum.


Beni buraya bıraktığın gün… 

Anneler günüydü hatırlıyor musun ? 

O günden beri anneler günü denen gün 

benim için daha da bir anlamsızlaştı. 

Her sene bugün anne olmak ayrı bir acı veriyor bana.. 

Sen küçük bir çocuktun daha. 

Hiç bir yere bırakmazdım ben seni, 

Öyle savunmasız, öyle masumdun ki, 

kimselere güvenip yollamaz,Yanımdan hiç ayırmazdım.



GÖZDEN ÇIKARILMIŞ ESKİ BİR EŞYA GİBİYİM


Beni tanımadığın insanlara nasıl teslim ettiğini düşünüyorum. 

Gözden çıkarılmış eski bir eşya gibi hissediyorum kendimi. 

Yıpranmış, işe yaramaz. 

Kırgınlık mı,dargınlıkmı bilmiyorum ama ? 

Belki,biraz kırgınım sana… 

Geçen gün eski komşumuz Mevlüde teyzenin kızı Şükran geldi. 

Yolda görmüş seni. 

“Neden bıraktın anneni” diye sormuş sana. 

“Kendisi istedi” demişsin. 

“Maaşı da var bakıyorlar, yeri sıcak, 

her işi görülüyor içim rahat” demişsin. 

Kendim istemiştim evet, bazen naz yapma kabilinden 

Yaşlanınca huzurevine gönderin beni, 

kimseye yük olmak istemem” derdim. 


Ama içten içe hiç konduramazdım bu durumu, 

ne kendime, ne sana. 

Bırakmaz beni bir yere” derdim. 

Tıpkı küçükken benim seni bırakmadığım gibi, 

beni hiç bırakmazsın sanırdım !

Yaramaz bir çocuktun sen. 

Yerinde duramayan serseri bir mayın gibiydin. 

Kaç kez ısırdım dudaklarımı sana bağırmamak için, 

kaç kez sıktım yumruğumu vurmayayım diye. 

Ama hiç vurmadım sana, hiç kırmadım kalbini.. 

Komşulardan biri sana “çok yaramaz” dedi diye 

aylarca onun yüzüne bakmamıştım. 


Kimse laf söylemesin, incitmesin isterdim. 

Tahammül edemezdim sana dikilen sert bir bakışa bile… 

Geçen gün bana “bunak kadın” dedi bakıcının biri. 

Hasta bezini lavaboda unutmuşum. 

Arada oluyor tutamıyorum diye vermişlerdi. 

Diğerleri de duydu ya,nasıl utandım bir bilsen..


Daha ne laflar söylüyorlar da dilim varmıyor söylemeye. 

" Kırarmıyım, incitirmiyim " diye kim düşünüyor ki ? 

Çok hassastım eskiden bilirsin, çabuk alınırdım. 

Hem benden titizi mi vardı ? 

Kimselerin işini beğenmezdim. 

Şimdi yemek yerken bile yoruluyorum, üstüme döküyorum. 

Bazen yatarak kılıyorum namazlarımı. 

Secdeye başımı koyup 

uzun uzun öylece kalmayı ne çok özledim… 

Yaşlansam da geleceğe dair umutlar besliyordum 

buraya gelmeden evvel. 


Evladımı büyüttüm nasıl olsa, artık yorgunluklar biter, 

ben rahat otururum torunlarımı severim diyordum… 

Sen sorarsın “anne ilacını getireyim mi, 

bir şeye ihtiyacın var mı? ” diye. 

Arkama yastık koyarsın, 

kesemediğim tırnaklarımı sen kesersin sanıyordum. 

Şimdi çoğu kez tırnaklarımı keserken kanattıklarını bilmezsin tabi. 

Gerçi benden daha beterleri de var burada. 

Emine Bacı vardı mesela. 

Köyden gelmişti. 

Bir ay kadar oldu öleli. 

Bir sene evvelde Alzheimer hastası olan kocası ölmüştü. 

Çok çekti zavallı. 

Üç oğlu varmış Emine Bacı’nın. 

Aslan gibiymiş hepsi. 

Ben görmedim, gelmezlerdi hiç. 

Üç adam bir anayı sığdıramamışlar evlerine. 

Bağ bahçe gezmeye alışmış kadın. 

Hiç oturup kalmamış yerinde. 

Burada nasıl zorlandı, neler çekti Allah biliyor. 

Her yaz köyüne gidecek diye umut ederdi. 

Haber göndermiş oğlu, 

Annemin ancak ölüsü çıkar oradan” demiş.


Köylülerden çıkarıp bakmak isteyenler olmuş, 

ona da izin vermemişler. 

Bir keresinde pencereden atlamaya kalktı da zor tuttu bakıcılar. 

En son oğlu bayramlık göndermişti, 

“zıkkım olsun ondan gelen” dedi, giymedi elbiseyi. 

Hiç oğlum, yavrum demedi. 

“Köyüm” dedi, “evim” dedi durdu gariban… 

Bir sabah yatağında ölü buldular. 

Ölümü bile yalnız oldu Emine Bacı’nın. 

Ooof off hangisini anlatsam, daha neler var neler..


Şu bakıcı kadını sevemedim bir türlü. 

Sanki özel olarak seçmişler. 

Bu kadar mı merhametsiz olur bir insan ? 

Hiçmi gülmez yüzü yahu ? 

Her gün odaya gelince burnunu tutuyor.

Pis kokuyormuş. 

Pencereyi sonuna kadar açıyor. 

Mutlaka yarım saat açık tutuyor. 

Çok üşüyorum. 

Zaten parmaklarımda da can kalmamış sanki 

kolay kolay ısınmıyor eskisi gibi…

 

Hatırlarmısın ilkokula gittiğin o yılları. 

Kışın kuzine sobayı yakardım. 

Sen gelmeden yemeği hazır eder, 

sobanın üzerine koyardım. 

Sen seviyorsun diye sobanın fırınında 

bir kaç tane küçük patatesi pişirirdim muhakkak. 

Okuldan gelir gelmez sobanın yanına koşardın. 

İlk işin tencereye bakmak olurdu. 

Genelde sevdiğin yemekleri yapardım. 

Ellerin üşümüş diye avuçlarımın içine ellerini alır ısıtırdım, 

öperdim öperdim…


HER ŞEYİ SIĞDIRDIN DA EVİNE BİR BENİ SIĞDIRAMADIN


Sık sık uğrarım demiştin. 

Tam 8 ay olmuş uğramayalı. 

İşlerin yoğunmuş, zamanın yokmuş. 

Torunlarım da sormuyorlar demek. 

Yeni eve taşınmışsın aldım haberini. 

Arkadaşın Zehra söyledi. 

Vefalı kızdır, arada geliyor sağ olsun. 

Annesi de babası da yanında vefat etmiş. 

Hiç bırakmamış bir yere, yanından ayırmamış. 

İmrenmedim desem yalan söylerim… 

“Evi çok büyük” dedi. 

Kocaman odaları, geniş bir balkonu varmış evinin. 

Yeni mobilyalar almışsın, eskileri elden çıkarmışsın. 

Tıpkı beni çıkardığın gibi… 

Her şeyi sığdırdın da evine, bir beni sığdıramadın a kuzum. 

Hadi onu da geçtim. 

Bir kere “Anne gel evimi gör, bir kaç gün kal” bile demedin… 

Zehra’ya “Anneler gününde görmeye gideceğim” demişsin… 

Ben anneler gününü hiç beklemiyorum biliyormusun?

 

Anne olmak acı verirmi insana ? 

O gün bana acı veriyor yavrum. 

Artık kendimi bir anne gibi hissedemediğim için belki de

Bir evlat bir torun sevemezsen, 

çevrende anne diyen olmazsa sana, 

ne anlamı var anne olmanın ? 

Ölene imrenilir mi hiç ? 

İmreniyorum işte. 

Kimin öldüğünü duysam “darısı başıma” diyorum. 

Hayaller umutlar, mutlu zamanlarmış insanı ayakta tutan. 

Onlar yoksa yaşamak zulüm olurmuş meğer…


KİM İCAT ETMİŞ BU “HUZURSUZ” EVLERİ..? 

HAYIRSIZ EVLATLAR EVLERİ


Evladın hayırsızı huzurevine terk eder annesini, 

babasını Kim icat etmiş bu huzursuz evleri ? 

Rahat yüzü görmesin deyip her gün beddua ediyorum. 

Huzur eviymiş. 

Her gün ölüp ölüp diriliyorum bu huzursuz odada. 

Hiç tanımadığım,mizacımın uymadığı insanlarla yatıp kalkıyorum. 

Hiç bir şey bana ait değil. 

Söz hakkım yok, elbiselerim bile benim değil sanki. 

Allah’ım al emanetini ne olur, bu yükü taşıyamıyorum

Bu huzursuz evleri icat edenler mi çıkarmış 

anneler günü denen yalancı günü ? 

İnsanlar yaşlı annelerini bu evlere kapatsınlar, 

sonra da anneler günü olunca ziyaret etsinler diye öyle mi ? 

Bak yine geldi o uğursuz gün. 


Zehra geleceğini söylemişti. 

Gelsen de bir, gelmesen de artık. 

Ben anneler gününü hiç sevemedim biliyor musun ? 

Dünyalara sığmayan 

anne yüreğim huzursuz bir odaya hapsedildi. 

Ne sevmenin, ne anneliğimin bir anlamı yok artık… 

Çok üşüyorum. 

Hem parmaklarımda da can kalmamış sanki 

kolay kolay ısınmıyor eskisi gibi… 

Her şeyleri sığdırdın evine de 

bir beni sığdıramadın a kuzum…!


Kaç kez ötelerden çağırdım seni

Turnalar uçurdum gittiğin yere 

Duymadın çağrımı,duymadın beni

Bin parça eyledin kalbimi neden 

Bana tebessümle bakıyor kabir 

Bundan sonra bilsen de bir,bilmesen de bir 


Benden göreceğin bomboş bir kafes

Cansız ceset kalmış çıkmıştır nefes

Nerde o şen şakrak can nerde o ses

Ruhum daralıyor edemem tabir

Bana tebessümle bakıyor kabir 

Bundan sonra bilsen de bir,bilmesen de bir 


Hikaye Alıntıdır..