Evden dışarı çıkamıyorsanız ev sizin içinizde demektir, yok yok yanlış oldu, siz evin içindesiniz demektir, yanlışsa yanlış deyin. Dört gün hemde dile kolay 24 çarpı dört 96 saat, hadi üçte biri uyku ile geçse yine de geriye 64 saat kalıyor... Oflamanın ve puflamanın bir alemi yok. İçişleri Bakanı da ev de zaten. Yok yahu, İç İşleri Bakanı Süleyman Soylu bize yatıya gelmedi tabi ki, anladınız siz onu İç İşleri Bakanı bizim hanım...

Kitap okuruz en güzeli. Yarım bıraktığımız ya da kapağını bile açmadığımız kitapları bir gözden geçirelim. Yirmi sene önce okumuşuz bir daha da elimizi sürmemişiz, kesin darılmıştır o kitaplar bize, gönülde koyarlar mı bilinmez... Yok beeeee! Benim kitaplarım bana küsmez. Kitapsızın biri değilim ki ben...

Bilgisayaaaaaar geldikkkkk saaaanaaaa yüüüüüz sürmeyeeeeeee kapağınaaaaaaa! Dumlupınar Marşından uyarladım biraz... Ne zormuş eskiden yazarların durumu, harbi yazarlık o zamanmış. Kitap bastırmak, onu da büyük kitlelere okutmak mesele o yıllarda. Şimdi eline klavyeyi alan, herkes yazar, isterse on satır yazsın isterse sayfalarca. Ne yazıyorsun oğlum, kızım? ’’Oooooo neler yazmıyorum ki bir edebiyat sitesinde binlerce yazım var, herkesler de okuyor. Bilmem kaç bin kere tıklandı yazılarım (Yalanına çarpayım o tıkların yarısından fazlasını kendin yaptın.) filan fişmekan.’’ Koy cebine bin lira bin beş yüz lira uyduruk kaydırık yayın evlerine git bastır kitabını seninde kitabın olur. Üç beş tane de akrabalarına, eşine dostuna imzalarsın parasız pulsuz da, beklersin beklersin, ikinci baskısı bir türlü gelmez...

Evde kal, ev de kal, tabi tabi kalalım da ya sokakta yatan biriysek, daha önce hiç tanımadığımız birisi bizi evine mi alacak? Kışın tren garında ya da terminalde yazın da parklarda yatan adamlar sınıfına giriyorsak, ne yapalım? Trilyonluk villası olan adamı televizyona çıkartıp ev de kal reklamı yaptırmak kolay, zaten hepimizin evinde de saunamız, havuzumuz, tenis kortumuz var ya...

Biraz fıkra mıkra okusam şöyle değişik değişik. Sonrada parasız pulsuz birilerine dehlerim gider. Canım sıkıldı çok, balkona çıkıp atacağım şimdi kendimi aşağıya, hanım da gülüyor oradan ’’Birinci katta oturduğumuzu unuttun galiba.’’ diyor... Biraz kuşları beslesem, balkonu batırırlar diye hanım kızıyor. Şaşırdım vallahi!

En iyisi televizyonun karşısına geçip o salak televizyon programlarını izlemek, sonrada onlara biraz eleştiri döşenmek de, yazıyorsun yazıyorsun kimse de tınmıyor. Huylu huyundan vazgeçmiyor, yazdığınla kalıyorsun... Ev de güzelmiş beeeee! Eski nüfus sayımında ki sokağa çıkma yasakları geldi akılma bir an. Ne diyeyim, siz siz olun ev de kalın, dışarıda yine ince olun... Yaşar Kemal’in dört ciltlik İnce Mehmet’ini okuyup ince olamazsınız yalnız onu peşinen söyleyeyim. (Ben yıllar önce okudum hala kiloluyum.) Biraz sevgi, ortaya karışık biraz saygı, az muhabbet her şeyi yoluna koyacaktır...