Karanlık yeni çökmek üzereydi.Esen hafif rüzgar bir bahar havası kadar tatlıydı. Karanlığın misafirleri henüz ortaya çıkmamıştı.

Naci o gün işten eve erken gelmiş akşam yemeğini güneş batmadan yemişti. Heyecanlıydı. O yüzden işinden erken gelmişti. Çünkü garip bir ses bu vakitler ortaya çıkıyordu. Ses kuş sesine benziyordu. O sesi duyanlar hayvanın kuş olmadığında hem fikirdiler.

Naci iş yerinden bir de kamera getirmişti. Aylardır merak ettiği şeyin peşine düşecekti. Hayvanı görüntüleyebilirse müthiş olacaktı.

Naci fotoğraf dükkanında bir müşteriden duymuştu. Naci’nin tarif ettiği ses Çupakapra’ya aitti. Çupakapra keçi kanı emen demekti. Çupakapra güney Amerika da tıpkı koca ayak gibi efsanelere girmiş hayvanlardandı.Müşteri Naci’ye kamerasını alıp o hayvanı filme almasını tavsiye etmişti. Naci de öyle yapmıştı.

Henüz saat akşamın dokuzuydu. Naci balkona çıkmış tatlı esen rüzgarın serinliğinde dinleniyordu. O sesi bekliyordu. Yan komşusu Fikri bey de balkondaydı.

Fikri Naci’ye seslendi. Naci bey senin şu canavarın sesini ben de duydum.”

“Öyledir. Onun ne zaman ortaya çıkacağı belli olmaz.” Naci sonra ekledi. “ İş yerinden kamera getirdim Birde o hayvan Çupakapraymış.”

“Nedir o?”

“Amerika da efsanelere girmiş tıpkı koca ayak gibi.”

“Koca ayağı bilirim. Televizyonda belgesellerini izledim. Dev gibi bir adam Her tarafı kıllı.”

Naci araya girdi.. “O koca ayak dediğin canlının geçmişi insandan daha eski. Çünkü insan koca ayağı yaşadığı yerlerde bulamıyor. Bu demektir ki koca ayak gezegenin yerlisi. Saklanmasını ve kendince yaşamasını biliyor.”

“Dediğin doğru. Bence biz insanlar o koca ayaklardan daha yabaniyiz. Neden de. Çünkü koca ayak olsun , senin dediğin Çupakapra olsun hikayelerimizle onların yaşantılarının cılkını çıkarıyoruz.”

Fikri bey sana bir şey diyeyim. İnsan bilmedikçe azıtıyor. Ama emin ol bir gün insanoğlu cahilliğe dönüş yapacak. Çünkü cahilliğin keyfiyeti hiçbir yerde yok.”

“Çok doğru söylüyorsun.” Diye karşılık verdi.

Tam o sırada bir böğürtüye bir çığlık sesi duyuldu.

Naci “Fikri bey işte ses duyuldu. Gel beraber gidelim şu sesin yanına.”

Fikri daveti bekliyordu. “Tamam hemen geliyorum.” Dedi. Yerinden kalktı. Balkondan içeriye geçti.

Naci de yerinden kalkıp içeriye geçti. Masanın üzerinde duran kamerasını aldı. Hızla kapıya yöneldi. Ayakkabılarını aceleyle giydi. Dördüncü kattan aşağıya inmesi bir anlıktı. O an aşağı indiğinde karşısında Fikri beyi buldu. Beraberce yola çıktılar. Yolu atlayıp ormanın içine doğru ilerlediler.

Çupakapra denen hayvanın sesine gittikçe yaklaşıyorlardı. Naci’nin elinde pille çalışan lamba vardı. Gerisinde Fikri onu takip ediyordu. Ses gayet açıkça duyuluyordu. Çünkü etrafta hiç ne araba sesi vardı ne de başka bir şey. O an orman hayvanları sanki korkmuş ve inlerine sinivermişlerdi. Ses onlara yabancı olmalıydı. Belki hayvanlar ondan susmuştu. Çünkü her hayvan tehdit algıladığında kendi türü dışında ki hayvanları sesleri ile uyarırdı.

Naci bir an durdu. “Bak Fikri bey. Orada.” Dedi.

Fikri’nin gözleri fal taşı gibi açıldı. Çünkü birkaç Çupakapra bir arada ve önlerinde kuvvetli bir ışık kaynağının aydınlığında bir geyik ile besleniyorlardı.

Fikri sordu. “Bunlar uzaylı mı?”

“Çupakapralar uzaylı değil. Onlar daha çok boyutlar arası seyahat eden canlılar.”

O sıra Naci kamerasını açmış yaşananları filme alıyordu. Dehşetli sahneler görüyorlardı. Çünkü Çupakapralar acımasızca geyiği ısırıp kanını ememeye devam ediyorlardı. Bir süre sonra hayvanı bıraktılar. Önlerindeki ışık huzmesine yöneldiler. Ve ışığın içine girip gözden kayboldular. Ardından ışıkta beraberinde kayboldu.

Naci “Tamam. Baştan sona eksiksiz filme aldım. Gel Fikri bey. Kayboldukları yere bir bakalım.” Dedi.

İlerlediler. Nacxi ışığı yere tuttu. Her tarafı delik deşik olan geyiği gördü. Çupakapralar geyiği yememişti. Ama kan içtiklerinden geyiğin vücudunda ısırıktan benekler oluşturmuşlardı. Naci az ileri doru Çupakapraların kaybolduğu noktaya yöneldi. Siyah bir kutu gördü. Eğilip onu eline aldı. Lambasına tuttu. Baktı. Yassı, dikdörtgen, siyah, metalden kutunun bir yüzünde bir üçgen gördü.

“Bu ne ola ki?” diye söylendi.

Elini üçgene değdirdiğinde ortalığı birden ışık kapladı. O an siyah kutu Naci’nin elinden yere düştü.

Naci Fikri’ye “Fikri bey ne dersin. Onların yaptığı gibi biz de ışığın içine girelim mi?

“Deneyebiliriz.”

Naci önde Fikri gerisinde ışık huzmesinin içine girdi.

Aman Allah’ım. Neler görüyorlardı. Naci ve Fikri ışık geçidinden içeriye girdiklerinden beri gözlerini mimarisi piramit olan yapılardan alamadılar. Burada bambaşka uygarlıklar yaşıyordu. Havada daire şeklindeki araçlar hiç eksik değildi. Belki Naci yanlış düşünmüştü. Kendileri boyutlar arası değil yıldızlar arası bir yolculuk yapmıştı. Çünkü gök yüzü bambaşkaydı. İki tane güneş vardı. Ve irili ufaklı gezegenin bir sürü uyduları vardı. Naci tedbiri elden bırakmamak için geçit kapısı olan siyah kutuyu yanına aldı. Kamerası durmadan çalışıyordu.

Ağaçlar arasında ilerlediler. Naci piramit şehrine kamerasını zumladı. Hiç insan yoktu. Ama her tarafın Çupakapra kaynadığını görüyordu.

Fikri tedirgin olmuştu. “Bunlar bize zarar verir mi?” diye sordu.

Naci “Zannetmem. Çünkü bunlar dünya dalarken hiçbir insana zarar vermiyorlar.”

Hava aydınlıktı. Naci kamerası ile çekebildiği kadar görüntüyü çekmişti. Kaset dolunca kamerasının içinden çıkardı. Kamerayı yere bıraktı.

Fikri sordu. “Kamerayı niye bırakıp gidiyorsun?”

“Bunlar insana zarar vermez ama hangi sütten içtiklerini bilmiyoruz. Koşmamız gerekirse kamera ağırlık yapar. Ondan bıraktım.”

Ağaçlıklar bitmişti. Naci’yi ve Fikri’yi Çupakapraların görmesi an meselesiydi. Naci elindeki geçit cihazının nasıl çalıştığını bildiğine güveniyordu. Bu sayede Çupakapralara görünecek ve onların tepkisini öğrenecekti. Saldırırlarsa cihazı çalıştırıp hemen geçide girivereceklerdi.

Naci’nin beklediği gibi olmadı. Naci ve Fikri görününce Çupakapralar sağa sola kaçışmaya başladılar. Kısa süre sonra ortalıkta hiç biri kalmadı. Hepsi Piramitten inlerine girdiler. Gök yüzü den o an uçan daireler uzaklaşıp gittiler.

Naci içn bu yaşananlar bulunmaz bir fırsattı. Sağda solda gördüğü cihazlara bir süre ilgi ile baktı Kim bilir ne işe yarıyorlardı. Anlamak için uzun süreler gerekiyordu. Ama önce Çupakapraların kendilerinde neden kaçtığını bulmalıydı. Bu bir tehlike miydi yoksa gerçekten korkmuşlar mıydı.

Fikri Naci’ye o an sordu. “Çupakapralar bizden niye kaçtılar?”

“Bilmem. Açıkça söyleyeyim. Tedirgin oldum. Belki bu büyük bir saldırının sessizliğidir.”

Fikri “Saldırılacak sadece ikimiz varız. Bence onlar bir şeyler biliyor. Ve ondan dolayı kaçıyorlar.”

Naci “Ne acayip şehir burası. Her taraf piramit dolu. Dört duvar ev yapmak varken neden piramit yapmışlar ki.?”

Fikri “Piramit diye es geçme. Çünkü bir yerde duydum. Piramitler kozmik enerji kaynağıymış. Kozmik enerji maddelerin yaşlanmalarını geciktiriyormuş.

Naci” Bu nasıl oluyor?”

Fikri “Bana söyleyen kişi bir deneyden bahsetti. Telden piramit in içinin tam ortasına elma koymuşlar. Ve elma daha önceki gibi değil daha uzun sürede çürümüş.”

“İyi de dışarıdan müdahale olmadan elma nasıl kararmıyor?”

Fikri “Anladığım kadarıyla bu görünmez ve gizli olan kozmik enerjinin işi.”

O an Naci ve Fikri yürüyerek ilerliyorlardı. Bir piramit in önünde durdular. Piramitin boyu iki katlı bir ev kadardı. Kapısı ve pencereleri vardı. Ama pencerelerden içerisi görünmüyordu.

Naci “Ne dersin içeriye bir bakalım mı?”

Fikri “Bakamlım. Ama ya onlarla karşılaşırsak?”

“Önemli değil. Nasıl olsa huylarını öğrendik.”

Giriş kapısından içeriye girdiler. Burunlarına o ana ıslanmış ve küflenmiş bir ekmek kokusu geliyordu. Evin duvarlarında yaratıkların uygarlıklarına ait yazılar vardı. Ve Piramit in koridorlarında sütun şeklindeki cihazlar dikkat çekiyordu.

Bir odaya girdiler. Oda tıpkı koridor gibi fosforumsu bir ışık yayıyordu. İçeride oturulacak ve yatılacak yerler vardı. Ama o yerler dikdörtgen şeklinde taştandılar.

Bir tane yarım küre şeklindeki cihazdan ışıklar çıkıyordu. Naci kürenin yanına yaklaştı. İncelemeye başladı. Eliyle küreye dokundu. Birden rotaya hareketli görüntüler çıktı. Naci o an film izliyor hissine kapıldı. Görüntülerde piramitler vardı. Ve her bir piramit in etrafına halka olmuş Çupakapralar piramit e sürekli secde ediyorlardı. Naci küreyi ellemeye devam etti. Yuvarlak bir çıkıntının üzerine dokundu. O an müthiş güzel ve heyecan verici bir müzik sesi duymaya başladılar.

Naci “Bu da onların radyosu galiba.” Diye söylendi.

Naci ve Fikri kendilerini müziğe bilinmez bir şekilde kaptırıverdiler. Yere oturdular. Ardından sırt üstü yatıp uykuya daldılar. Ses onların zihinlerine girerek cennetsi hayaller yaşatmış ve iki insanı bu sayede bilinmez bir şekilde uyumalarını sağlamıştı.

Naci ve Fikri uyandıklarında artık eskisi gibi iki insan değillerdi. Vücut şekilleri değişmiş ve Çupakapra olmuşlardı. Onları bu hale getiren diğer Çupakapralardı. Naci kendindeki ruha çok kolay alışmıştı. Fikri de öyleydi. Artık onlar keçi kanı emen kişilerdi.

Tuna M. Yaşar