Card image cap
Acıya bulanmış mektuplar... (1)

Gün ışımak üzere. Sokaklar sessizliğini korurken karşı komşunun siyah benekli beyaz horozun sesi dalga dalga yayıldı şehre. Tarihin en canlı kokularını üzerinde barındıran Mardin, yeni bir güne gökyüzünün masmavisiyle ve güneşin sıcaklığı ile merhaba diyordu. Bahar rüzgarının serin okşayışlarında kendini teslim eden çiçeklenen badem ağaçlarının gelin gibi süzülüşlerine konan arıların keyfine diyecek yoktu. Hele çiçeklerin etrafa yaydığı cennet kokuları kutsuyordu Mardin’in kutlu ve nurlu topraklarını. Dar geçitlerinde ilahi bir sır gibi saklanan kutsanmışlığı, asırların yükünü omuzlarında şeref ile taşıyan taş yapıların suskunluğu nice medeniyetlerin beşiği ’’ben’’ der gibiydi. İslam dininin yanı sıra, diğer dinlere de tarih boyunca kucak, beşeriyetin en örnek şehirlerden olmanın şansını Allah’a şükreder duruşuyla evliyaların, enbiyaların, peygamberlerin nakış nakış işlediği kültür hazinelerinin kıymetlisiydi Mardin. Sekiz bin yıldır Türk medeniyetinin ev sahipliğinde olmanın gururunu yaşayan halkın birbirlerine olan sevgi, merhamet ve hoş görü ile yaşamları, birliktelikleri Mardin’e daha bir özellik katıyordu. Böyle güzel bir şehrin toprağı olmanın gururunu her gün yaşayan Aygün, besmele çekerek yatağından doğrulup biraz oturdu. Avuçlarını açıp; ’’ Allah’ım bu güne de bizi sağ salim uyandırdın ya, sana binlerce kez şükürler olsun. Senin gücünün kudretinde yaşıyoruz, hayattayız!’’ diye dua etti Yaradan’a.

Doğup büyüdüğü Mardin’de, dinler çeşniliğinin güzelliğinde mahallesinde Süryani, Ermeni, Yahudi ve Arap ailelerin çocukları ile hiç bir fark gözetmeksizin arkadaş olmuş, onların sevinçlerinde, tasalarında hep beraberdi. Ayrılığı, ayrımcılığı sevmeyen bir mizacı vardı. Ailesi Mardin’in en köklü Türkmen ailelerindendi. Kimseyle küslükleri olmamıştı. babası Ferit’de Aygün’ü Türk-İslâm kültürü ve terbiyesi ile büyütmüştü. Baba ocağından görme terbiyeyle gıpta ile gösterilecek biriydi o.

Akşamdan kalma yorgunluğunu üzerinden atamamış gibiydi. Arkaya kollarını açarak gerindi, derinden nefes aldı. Kalkarak üzerindeki patiska papatya çiçekli geceliğini çıkararak askılığa astığı uzun entarisini giydi. Gardolabın aynasında dağınık saçlarını sağ eliyle şöyle bir çırpıştırdı. ’’amaaannn yeter! Güzellik yarışına mı çıkacağım? Kahvaltıda saçlarım düzgün olsa neeee, olmasa neee?’’ diye mırıldandı. Çok alımlı kızdı Begüm. Mardin sokaklarında yürürken gençlerin yüreklerini hoplatacak, onunla tanışmak isteyen yüzlerce genç can atıyordu. Aygün’ün umurunda bile değildi ona bakan, bazen de ipini koparmışların peşinden gelip laf atmalarına. O bir yüreğe gönül vermişti. Okulunda tanıştığı Göktürk’ü yazmıştı kalbine. Ömürlük aşkı gördüğü Göktürk’de şehrin çok fakir ailelerinden olan Oğuzlar sülalesinin delikanlısıydı. Mertliği, dürüstlüğü ile tanınan, kişiliği oturmuş biriydi. Okulda öğretmenlerin her zaman takdir ettiği öğrencilerdendi. Üstelik derslerinde o kadar başarılıydı. Sınıfın çıtır kızları onu kafeslerine alabilmenin bahanesiyle ona ne oyunlar düzerlerdi. Bir gün öğretmen teneffüs için öğretmenler odasına gittiğinde sınıfın en afacan üç kızı Göktürk’ün etrafını sarmış, Dicle bayılma numarası ile kendini Göktürk’ün kollarına bıraktığında ne yapacağını şaşırmış, derhal kızlardan özür dileyerek yanlarından uzaklaşmıştı. Aygün onu çok kıskanıyor, bir gözü daima onu radar gibi takipteydi.

Aygün, odasından türkü mırıldana mırıldana çıkarken mutfaktan annesi Ümmühan’ın sesi duyuldu:

-- Prensesimmm, Aygün’üm kalktın mı anneciğim.

-- Evet annelerin en hayırlısı, en güzeli meleğin kalktı. Sana yardıma geliyorum elimi yüzümü yıkadıktan sonra, derken geniş odalı, muazzam yapılı banyoya gidiyordu.

--Tamam, bebeğim. Baban ekmek kızartmamı istedi, ben onları hallediyorum. Bekliyorum seni minnoşum, dedi gevrek sesiyle.

Begüm lavabodan mutfağa döndüğünde kolları sıvayarak annesine yardıma başladı. Mardin’e has işlemeli bakır tepsiye çay bardaklarını, babasının özel getirttiği siyah iri Gemlik zeytini, Ezine markalı tulup peynirini, halis Afyon camız kaymağını, Karadeniz’in sümbül kokulu dağların özünden gelen balı bir bir yerleştirdi. Annesi ekmekleri kızartmaya devam ediyordu tost makinasında. Babası yatak odasından gelip pijama ve atletli olarak yanlarında bitiverdi.

-- Prenseslerim ne yaparlar? Maşallah analı kız iş başındalar! dedi gülümseyerek.

-- Babaların en kralı, yüreğimin asili günaydınların olsun, yiğit duruşun hanemize mutluluklar getirsin. Her şey tam tekmil hazırlanıyor babacığım. Sen git, ben prensesinle hallediyorum.

-- Tamam. Ben hafif sinekkaydı tıraşı olasıya kadar her şey hazırlanır. Hadi ben kaçtım, sizlere kolay gelsin, Göz kırparak uzaklaştı mutfak kapısından.

Masaya konan ekmek kızartması türüm türüm kokuyordu. Çaylar koyuldu ailecek huzurlu kahvaltı yapmanın neşesinde çay kaşıklarının sesleri, ısırılan kızartılmış ekmeklerin çıtır sesleri iştahı daha da artırıyordu. Birbirlerine sıkı sıkıya bağlı bir aile olmanın onuru ile sokaklarda başı dik gezen bir babaydı Ferit. Aile ve sülale için reis konumundaydı. Bir sözü iki edilmeden yerine getirilirdi. Eşi ve üç çocuğu delice severlerdi onu ve o da onları. İhtiyaçları karşısında onların kulu, kölesi olurdu adeta. Her istediklerini yerine getirmemesi için hiç bir sebep yoktu. Mardin’in en işlek caddesinde yirmi yıla yakın halı, kilim, bakır işlemeli eşyalar satan bir esnaftı. Çevresi de onu çok severdi. En kadim müşterileri Süryani ailelerdi. Candan dost edindiği Süryani ailelerini evine davet eder, onlarında kendilerini davet ettiklerinde hiç tereddüt etmeden ailesi, çocukları ile birlikte gider, gecenin yarılarına kadar içilen nefis kahvelerin lezzetinde sohbetler edilirdi ama asla dinlerle ilgili konuşma olmazdı. Birbirlerine dini ve kültürel alanlarda sonsuz saygılı idiler. Her iki dinin bayramlarını kutlarlardı. Ramazan günlerinde bile Ferit onları iftara davet ederdi.

Ferit çayından bir kaç yudum aldı. Aygün’ün Ay’dan almış endamına gözlerini kısarak bir süre baktı kaldı. Babasının kendisine dalgın baktığını gören Aygün, tuhaflaştı, babasına ’’ne oluyor baba?’’ dercesine başını ve elini salladı. Babası dikkatli baktığı kızının hareketiyle kendine geldi.

-- Biriciğim, evimizin gülü seninle bir konuyu konuşmam gerek, dedi sesindeki hüzün tonunu dışa vurarak. Aygün, aksi bir durum var var kokusu kaplamıştı içini. Babasının yüzündeki ve sesindeki hüznün izlerini sezinlemişti.

-- Babacığım inşallah hayırdır ama yüzündeki hüznü görmediğimi sanma! Aniden bi tuhaflaşma gördüm sende.

-- Yok kızım üzülecek bir durum yok ama bizi üzecek, yüreğimize hasret düşecek gibi...

-- Ya babacığım, kurt bakışlım beni çok heyecanlandırıyorsun. Anlat artık da içimdeki kaygıyı gider biran evvel! Annesine dönerek sözüne devam etti. Sultanların sultanı, sende bir şeyler de! Babamın ne dediğini anlayamadım. Sen bari anlat durumu.

Annesi biraz durdu, yutkundu.

-- Kızcağızım valla benimde bir şeyden haberim yok! Baban bana demedi ki bir şey. Konuya bende yabancıyım, derken Ferit sözü böldü

-- Tamam kızlar, inşallah hayırlısı olacak bir şey. Tamam açıklayayım konuyu. Biraz durdu, söze nasıl başlayacağını düşünürken telefonu çaldı. Telefonu almaya giderken salona onlara seslendi. Şu telefona bakayım kimmiş. Gelince devam ederim konuya.

Analı kız kahvaltı masasında babalarının ardından baka kaldılar şankınlıkla. Bir an evvel anlatıp heyecanlarına babalarının neşter vurmasını istiyorlardı. On dakika sonra Metehan yanlarında döndüğünde telaşlı telaşlı:

-- Hemen çıkmam lazım. Dükkana turist müşteriler gelmiş. Yüklü mal alma talebinde bulunmuşlar. Belki adamlar tüccar. Bunlarla bir iş bağlantısı kurabiliriz. Allah yardımcımız olsun. Akşama gelir gelmez size konuyu açıklarım. Askılıktaki ceketine uzanırken Aygün alıp babasına tuttu ceketini. Babasının gözlerinin içine bakarken duygulandı.

-- Hayırlısı babacığım. Allah bereketini artırsın işlerinin, kazancına haram değmesin!

-- Abin güzel kızım, meleğim, Aygün’üm, diyerek annesinin ve kendisinin anlından öperek aceleyle dükkanın yolunu tuttu.

Devam edecek...

Zafer Direniş

19 Mart 2019 Salı 22:00 KARABULUT